Köleciliği öğrencilere derslerde bağlantılarıyla öğretmek
“Yalnızca tarihi bir olay gibi bakılınca köle ticareti geçmişin bir kötülüğü gibi görülebilir - gerçek çok farklı…” diye başlıyor yazısına İngilizce öğretmeni ve yazar, Afrika kökenli Lola Okulosie.
“Transatlantik köleciliğinin acılı tarihini nasıl öğretebiliriz?” diye sürdürüyor Lola. “Yalnızca tarihin bir parçası mı? Biz Afrika kökenlilerin omuzlarında, yaşamlarının taa içinde hala daha yükü olan bir durum mu?” diyor. Önceki durumun bir amnezi yarattığı gerçeğiyle yavaş yavaş yüzleşildiğini ekliyor. Bu unutmada aileler, kurumlar, kentler, ülkeler köle ticareti ve köle çalıştırmak yoluyla varsıllaştı, bu hastalıklı yanlarını kendilerinden temiz bir şekilde ayırıverdiler diye açıklıyor.
BAŞKA BİR ŞEY KIRILDI
George Floyd cinayetiyle sokaklara dökülen halk İngiliz köle tüccarı Edward Colston’ın heykelini devirince başka bir şey kırıldı diyor. Tarihe bakılan, tarihin “o eski ve başka bir zamandı, biz değil”in karartılarak anlatıldığı o uygun mercek kırıldı ve bize bu konuları tekrar dillendirme gücü verdi diye ekliyor, The Guardian Gazetesinin The Cotton Capital serisinde…
İngiltere’deki eğitimcilere sesleniyor, yalnızca ve “kısaca geçiştirmek olmaz bu konuları”, “çocukların bu geçmişin şimdiki durumu nasıl şekillendirdiğiyle ilgili bağlantılar kurmalarını sağlamak gerek” diyor. “Böyle yaparsak, bir şeyi hep birlikte kabul edebileceğiz o zaman, bu da bu tarihin bizim birlikte paylaştığımız bir tarih olduğu, hepimizin yüzleşmesi gereken bir tarih” diye ekliyor.
ÖĞRETİLEN TARİH NE KADAR GERÇEK TARİH?
Kölecilikte olduğu kadar dünya tarihinin öğretilmesi de taraflı bir mercek altında seyrediyor. Buna akademide “kültürel hegemonya” diyoruz, gelecek yazılarımda da sık sık değineceğim bir kavram. Hegemonya yalnızca silah, savaş, kan ile kurulmuyor. Buna destek yumuşak güç denen kültürel aşılamalar, tarihin özellikle okullarda nasıl öğretildiği, müfredatlar, okullar, sosyal medya, yazılı ve görsel basın, hatta Hollywood desteği ile içinde bulunduğumuz dünyanın nasıl yorumlandığını, anlaşıldığını taraflı bir mercek ile anlatıyor.
Örneğin, izlediğimiz Hollywood filmlerinde öğretilen, gördüğümüz tarihte Kızılderililer kötü, demokrasi beşiğiyiz diye övünen Avrupa kökenli beyaz Amerikalılar, onların orduları, onların kovboyları iyi diye öğreniyoruz. İyi ve kötüler! Saddam ve Kaddafi gibi tariflenenler… Oysa yazımın başındaki ilk cümleyi buraya da aktarabiliriz. Gerçek çok farklı. Soykırımın dibi uygulanmış, bir ırk adeta yeryüzünden silinmiş, ardında kalan azınlık şu an belirli bölgelerde çok kötü koşullar altında, yoksul, ezilen, depresyonda yaşıyorlar.
FARKLI GERÇEK
ABD’ye gidip, “rezervation” ismi verilen bu Kızılderililerin yaşadığı kampları ziyaret ettiyseniz Filistinlilerin yaşadığı kamplardaki gibi gerçeği gözlerinizle görürsünüz. Omuzları düşük, yaşamdan bezmiş, düşük standartlarda yaşayan bir avuç insan. Sayıları çok çok az. New York plazalarında bir tanesi yok. “Rezervation”lara adeta kapatılmış bu halktan birçoğu sizi görmek, karşılamak bile istemez, o kadar depresiftir, havlayan köpeklerini aşamazsınız.
Acısını paylaşmak, anlatmak isteyen, genellikle kadın, bazı yaklaşabildiğiniz Kızılderililer anlatır yaşadıklarını. “Apaçık soykırım” yaşadık derler. “Barutlu silahlarına karşı koyamadık ama soykırım ve ayrımcılık hala daha sürüyor” derler. O ülke ise buna “demokrasi” der. O ve diğer Batı ülkelerinin insanları da “Batıda demokrasi var” diye gururla konuşur, bunları halının altına süpürerek ve dünyanın geri kalanına tepeden bakarak.
DEMOKRASİ Mİ? SESSİZ KALARAK, GÖRMEZDEN GELEREK…
Biraz üstüne gidip ona bu gerçekleri anlatırsanız “Güçlü olan kazanır ve bunu yapar, ne yapacaksın” der, gevrek gevrek, kendini ve bu yapılanları normal göstererek. Zaten bu insanlar bu kirli tarihe arkasını dönmese, halı altına süpürmese, dile getirip The Guardian gibi cesaretle araştırsa dünyada bugün bu kadar acı olmaz, bu kadar insan hakları ihlalleri, yapay nedenlerle yaratılan savaşlar ve kan dökülmeleri olmazdı. Bunu yapan karar alıcı siyasetçileri yargılarlardı. Susmazlardı.
Kısacası, asıl konu yalnızca tarihte ne kirli işler yapıldığı değil, var olan durumda, şu anda Batılı ve “Demokrasimiz var” diye böbürlenen büyük çoğunluğun, yani eğitimli Batı halklarının bu kirliliklere nasıl sessiz kalarak, görmezden gelerek bu düzeni sürdürdüğüdür.