Komedide yeni bir boyut-(TAMAMI)

Geçen yıl Beyrutlu dostlarla dünyanın hal ve gidişi üzerine yaptığımız uzun sohbetlerden birinde, Müslüman Arap dünyasında din ve dünya işlerinin ayrılması gerektiğine inanan bir mühendis, “Müslümanlara göre Tanrı’nın son peygamberi Hz. Muhammed ve gönderdiği son kitap Kuran’ı Kerim’dir. Buna göre Tanrı son sözlerini Kuran’da söylemiş ve buyruklarını da son peygamberi aracılığıyla Müslümanlara iletmiştir” demiş ve sonra eklemişti: “Bu görüşe Müslümanlar dışında katılan var mıdır, bilemem. Ancak, Müslümanların en büyük çıkmazı ve bunalım kaynağı burada: Allah kendilerine son peygamberini ve son kitabını göndermiş ama yeryüzünde hiçbir ağırlıkları yok, saygınlıkları yok. Japonya’nın, Hindistan’ın, Çin’in ve Hıristiyan dünyasının ürettiği ürünlerin bilinçsiz müşterisi. Petrol bittiği zaman ne olacak? Müslüman dünyası bu nedenle alıngan ve saldırgan. Yönetimler, ABD’ye biat etmiş durumda ama halkların büyük bir çoğunluğu ABD düşmanı. Selefilerin ve İhvan’nın gücü bu ikilem ve çelişkiden kaynaklanıyor.”

Bunun üzerine, ben lafa karıştım: “Arap dünyasının Türkiye gibi bir başka sorunu da var: Arap dünyası, yönetimi ve halkı ile, kendisinin içinde debelendiği sorunların çoğunu aşmayı başaran devrimci ve laik cumhuriyetin ve Atatürk’ün düşmanı oldu daima. Şimdi, bu dünya, tıpkı kendisi gibi İslam’ın her şeyin son aşaması olduğu ‘illusion’una (kuruntusuna) inanan R.T.Erdoğan’a büyük hayranlık duyuyor. Araplar arasında bu çıkmazdan kurtulmak isteyen varsa, Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923-1946 arasında yaşadığı deneyimleri örnek almalıdır.”

Kuran’ı Kerim

Bir internet sitesinde Kuran‘la ilgili şu bilgi verilmekte: “Yüce ALLAH tarafından Cebrail (A.S.) aracılığıyla 610 yılında Hira mağarasında 40 yaşında olan peygamberimize inmiştir. İndirildiği andan itibaren yazılarak ve ezberlenerek bize kadar ulaşmıştır. Bu sebeble indiği gibi bize ulaşmıştır. Kıyamete kadar da tek harfi bile değişmeden aslını muhafaza edecektir, Çünkü ALLAH´ü teala onu koruyacağını şu ayetle haber vermektedir: ‘Kur´anı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız.’ (Hicr süresi-9.ayet).”

Bir kutsal kitabın elbette tek harfinin değişmemesi gerekir. Ancak bu metni, 2000 yılında, 1000 yıl önce yapılan yoruma göre okumak uygarlığın gelişip ilerlemesini ve bilgi birikimini reddetmek anlamına gelmez mi? Olmadığı iddia edilen ama fiilen var olan Sünni ruhban sınıfında herkesin kabul edebileceği çağının çağdaşı bir yorum yapmak da mümkün değil. Bunalım bu durumdan kaynaklanıyor olamaz mı?

Ama ki ne ama

Müslümanlar, Kuran’ın bütün zamanları kapsadığına inandığına göre, kimse Kitab’ın 633 yılından sonrasının bilgilerini kapsamadığını söyleyemez. Günaha girer! Müminler, bu varsayımdan yola çıkarak, gelecekte yapılacak bilimsel keşiflerin şifrelerinin de Kutsal Kitab’ta bulunduğunu iddia edebiliyorlar. “Her bilgi ve bulgunun kaynağı Kuran’dır!” diyorlar. Bu iddiaya karşı, özellikle son 300 yılda yapılan bilimsel keşiflerin neden Müslüman olmayan bilim adamları tarafından yapıldığını sorulabilir ve “Nobel bilim ödüllerini neden hep Müslüman olmayanlar alıyor?” sorusunu eklenebilir.

Gerçekten de, Müslüman âleminin geri kalmasının nedenlerini ciddi olarak araştırmak yerine, Araplar bu düşüşü Hülagû ‘ın 13 Şubat 1258 tarihinde Bağdat’ı ele geçirip yakıp-yıkmasına bağlarlar ve Arap uygarlığının bu tarihten çok önce düşüşe geçmiş olduğunu gerçeğini unuturlar.

Adonis bu durumu, “Le Regard d’Orphée” (Ed.Fayard) adlı kitapta irdeler ve Doğu’nun uygarlık ve düşüncesinin Batı’yı yarattığı varsayımına değinir:

“Kendimizi teselli etmek için böyle konuşmaya alıştık. Batı’ya verdiğimiz malzemeyi bile reddediyoruz. İbn Rüşd, Arap ülkelerinden çok Batı’da yaşıyor.” (S.180)

“Araplarda metafizik boyutun bulunmaması belirleyici bir rol oynamıştır. Örneğin Kuran metninde geçmiş ya da gelecek yoktur. Kuran’ın işaret ettiği gelecek geriye dönüşten başka bir şey değildir... İslamî zaman çevrimsel (devrî) bir zamandır. Kesin ve eksiksiz gelişim Vahiy’le tamamlanmıştır. Öyleyse başka gerçeklerin varlığını ileri süremezsin ya da Vahiy’in belirlediği gerçekten daha önemli bir gerçeklik düşünemezsin, ileri süremezsin. Ancak din ile devletin ayrılmış olduğu bir durumda yapabilirsin bunu ve bu türden sorunları özgürce dile getirebilirsin.”(S.181)

Ne demek istiyorlar acaba?

Adonis, düşüncenin ancak laik bir toplumda özgürce gelişebileceğini söylüyor. Ama Türkiye örneğinde olduğu gibi, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan laik toplumda bile Batı uygarlığı düzeyinde bir düşünce özgürlüğü bulunmadığı gerçeği de var.

Bunun, komediye yeni bir boyut da ekleyen bir örneğini, İslami bisiklet yapmak isteyen İslamcı bilim adamlarımızda görüyoruz. Bunlara göre: Teknoloji insanın asli yapısını, fıtratını değiştirmeye başlamış. Böyle bir teknoloji ve onun ürünleri İslamî olamazmış. Alparslan Açıkgenç adlı profesör doktor söylüyor bunu. Kendisini tutan yok. Önce İslami olmadığı için batı teknolojisinin ürünlerini almasınlar sonra da Araplara söyleyip petrol üretimini durdursunlar. Bunu yapacaklarına besmele çeken bardak reklamı yapıyorlar.

NOTA BENE: Hatırlarsınız: Balyoz davası yargıçları, sanıkları, kaçma olasılığını bahane ederek tutuklamışlardı. Tutuksuz yargılanırken mahkûm olup haklarında yakalama kararı çıkartılan askerler “görkemli bir şekilde” teslim oluyorlar. Şaşırtıcı bir durum yok! Ancak, mahkeme heyeti şaşırmış mıdır acaba?