Komutan-Gerçekler-Savaş ve Barış-(TAMAMI)
Tarihe yön veren komutanlar, yaptıkları devrimlerle değil, aynı zamanda hayalleri, gerçekleştirdikleri başarılarla anılıyor.
Komutan yaradılıştan vatansever, devrimci karakteri sağlamsa, o hayalleri gerçekleştirme başarısına sahip olabiliyor.
Örnek mi istersiniz?
İşte Mustafa Kemal Atatürk.
Hayallerini gerçekleştirmek için daha gencecik bir subayken imparatorluk çöküş sarsıntılarına çare aramaya başlamıştı. O genç subay; 1907 yılında neler düşünüyordu?
“Türk çoğunluğuna dayanan bir Devlet”
Mustafa Kemal’in de üyesi olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’ndeki subaylar 1907’de Osmanlı’yı çöküntüden kurtaracak çareyi İkinci Meşrutiyetin ilanında görüyordu. Ancak Mustafa Kemal’in umudu yoktu. Selanik’te sınıf arkadaşı olan A.Fuat Cebesoy’a düşünceleri şöyle anlattı: “Meşrutiyetin ilanı çare değildir. Cemiyet, bir siyasi parti haline gelerek hükümete geçmelidir. Meşrutiyet; Türk çoğunluğunun yaşadığı kısım üzerine oturtulmalı. Büyük devletler İmparatorluğu tasfiye etmeden, ihtilal idaresi bir Türk devleti kurmalıdır” (A.Fuat Cebesoy- Anıları)
Lozan’da bağımsız bir Türkiye doğdu
Bu ne demekti? İmparatorluğu parçalanmaktan kurtarmanın yolu bir ulus devlet kurma düşüncesinin gerçekleşmesiydi. O biliyordu ki; Osmanlı topraklarının savunulması Türklerin omzundaydı. Gerçekten de 1908’de 2. Meşrutiyet’ten sonra Osmanlı’yı değiştirecek ve karmaşık toplum yapısından ulus devlet çıkaracak devrimi, Anadolu’dan başlatarak Ankara gibi Türk nüfusun egemen olduğu bir bölgede yeni Türk devletini kurup diğer toplulukları bu devletin bir parçası haline getirecek başka bir devrimi de gerçekleştirecekti.
Türkler 1071’de Malazgirt Savaşı’nı kazandıktan sonra İznik taraflarında Türkçe konuşuluyordu. “Meydan savaşlarında devletler batar, devletler doğar. Bir meydan muharebesinin takvimdeki yeri bazı defa yeni bir devletin tarihteki başlangıcıdır. 1914’teki Osmanlı İmparatorluğu kapitülasyon rejimi altında bir yarı sömürgeydi. Eğer 1918’de 1. Dünya Savaşı’nı kazanmış olanlar bu imparatorluğu affetmiş olsaydılar ‘dile bizden ne dilersen’ deseydiler eskisi gibi kalmaktan başka bir şey bekleyebilir miydi? Halbuki Milli Kurtuluş Savaş’ından Lozan’da İngiltere kadar bağımsız bir yeni Türkiye doğdu” (F.Rıfkı Atay, Çankaya, S:307)
Bu yeni Türkiye üst üste kazanılan iki meydan savaşının ürünüdür. Biri Sakarya nehri boyunda, ikincisi Büyük Taarruz. Ne mutlu ki ikisinde de Türk ordularının başkomutanı Mustafa Kemal’di.
İsyanlar ve devletin gücü
Atatürk’ün yaşamının büyük kısmı meydan savaşlarında geçmişti. Bu arada memleketin içinde patlak veren “Şark veya Şeyh Sait isyanı” gibi isyanlar yahut Bolu ve Düzce isyanları ile ciddi biçimde meşgul olunmuştu. Şark İsyanı sırasında İçişleri Bakanı olan Cemil Bey Büyük Millet Meclisi’nde bir milletvekilinin sorusuna şu cevabı vermişti:
“Ergani vilayetinde Şeyh Sait isminde bir şaki peyda oldu. Taraftarlarıyla birlikte şakavet ilan etti, fakat hükümetimizin aldığı ciddi tedbirler neticesi olarak pek yakında kamilen tenkil edilecekleri tabiidir.”
Atatürk, her zaman olduğu gibi çok ihtiyatlı hareket ediyordu. Bu itibarla yalnız hükümetten gelen bilgiyle yetinmiyor, özel vasıtalarla da bilgi edinmeye çalışıyordu. Atatürk ve Kemalizm hakkında o dönemlerde Fransız siyaset ve fikir adamı M. Eduard Herriot’un bir makalesinde şöyle deniliyordu:
“Türkiye, teokrasinin pençelerinden kurtularak Türk Milletini yürümekten alıkoyan bütün zincirleri kırıp atmış, son derece büyük adımlarla ilerleyerek eski Şark teokrasisinin bütün belirtilerinden bir vebadan kurtulmak istermiş gibi kendini kurtarmış çağdaş şekilleri, mümkün olan süratle almıştır. Tarihin hiçbir safhasında bu kadar muazzam bir inkılabın benzeri görülemez.”(Hasan Rıza Soyak’ın anıları, S:379-316)
Bugün bu koşullarda askerliğin bütün başarılarını içine sindirmiş ama dış politikaya “yurtta sulh cihanda sulh” ilkesini koyan barışçıl bir komutanın özlemini çekmiyor muyuz? Böyle bir Komutan bu koşullarda bize gerekli değil mi?
Tarihi yeni baştan, onun bıraktığı noktadan alıp yazacak bir önder.