Konut hakkı, yaşama hakkıdır

Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali kapsamında gösterilen “Baskı “ belgeseli her yönüyle etkileyici geldi bana.

Fredrik Gertten, İsveçli yönetmen, gazeteci. Onun 2019 yapımı belgeseli “Baskı”yı (Push) izlerken, küresel salgının boyutlarını bir kez daha düşündüm ister istemez.

1970’lerin Türkiyesi’nde bizim “kent yağması” olarak nitelendirdiğimiz şeyin artık günümüzün dünyasında bir emlâk soygununa, yeni finans kaynağına nasıl dönüştüğünün öyküsü anlatılıyordu bu belgeselde.

Yönetmen Gertten, filmin Pera Müzesi’ndeki gösterimi öncesinde yaptığı kısa konuşmada İstanbul’dan söz ederken; “insancıllık var bu kent, bu yanı korunmalı,” demişti.

Filmi izlerken karşımıza çıkan gerçeklik şuydu: Küresel kapitalizm dünyanın bütün metropol kentlerini ahtapot gibi sarmalayarak, “mülk kazandırır” sloganıyla yeni zenginlik alanları yaratıyordu.

Bunun eğer yeni bir tanımı varsa, yani finansal kapitalizmin; o da şu bence: emlak=para. Yani yeni finans sektörü. Bir tür borsa.

Göç olgusunun doğurduğu bir konut gereksinimi değil şu anki lüks konutların yaratılması, gökdelenlerin kentleri tehdit eden varlığının günbegün artması...

Özellikle göçlerin demografik yapısına baktığınızda tarım toplumlarının, bir bakıma köylülüğün çözülmesi, kente göç olgusunu hızlandırdığı gibi ilk aşamada gecekondulaşmayı getiriyor. Ardından ise bu dalganın var ettiği bir rant ekonomisi de işte küresel kapitalizme yeni olanaklar sağlayan alanları açıyor.

Hatırlayalım, Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle “küçük Amerika” hayali göç olgusunu tetiklediği gibi, kentlerin kimliğini de adım adım dönüştürdü.

Bir yanıyla belki de olumlanacak yaşanabilir konutların üretimi gündeme gelirken (Emlâk Bankası’nın kuruluş amacı bu yöndedir); 1980 sonrası yön/yol değiştiren bu “toplu konut” anlayışından vaz geçilerek kentlerin en gözde alanları birer finansal varlık kaynağına dönüştürüldü.

İşte “Baskı” belgeselinin bize anlattığı da budur. Hangi ülkede, hangi metropol kentte konut ihlallerinin nasıl gerçekleştiği bir bir anlatılır.

Artık meta haline dönüştürülen konut gerçeğinin küresel dünyadaki bu salgın hali belgeselde Birleşmiş Milletler röportörü Leilani Farha’nın bakışı/gözlemi ve tanıklığıyla yansıtılıyor.

Belgeseli izledikten sonra Sinan Logie ile Yoann Morvan’ın “İstanbul 2023” kitabına döndüm ister istemez. Kentsel değişimin öyküsünü İstanbul gerçeğinde bize etraflıca anlatır bu kitap. Dahası İstanbul’un kaynaklarının nasıl bir rant alanına dönüştürüldüğünün belgeselidir bu da. Yani “kentsel dönüşüm” adı altında yapılan yağmanın gerçeğini gösteriyor bir bir.

Nicedir yazadurduğum “Benim İstanbul Çağım” kitabımın odağında yer alan 1974/2020 İstanbul’unun topografyasındaki izler/görüntüler kentin bu bağlamdaki yağmasını gösteren kişisel tanıklığımı içeriyor.

“Baskı” belgeselini izlerken, ister istemez bu kişisel tanıklığımın mekânlarında gezintiye çıktım. Göçle gelerek kentte yer yurt edinenlerin birçoğunun bir zaman sonra “talih kuşu” olarak karşılayacakları “yap-sat” zihniyetiyle zenginleşmelerinin öyküsü belleğimde çok tazeydi...

Gerçi belgeselde İstanbul’dan söz edilmiyordu. Ama bize bir çağrısı vardı; sizin gözde alanlarınız nasıl rant sermayesine dönüşüyor, dönüp bunları sorgulayın. Örneğin Sulukule’nin adeta bundan payını alması gibi onlarca örnek sıralanabilir İstanbul’da. Hele Anadolu’ya açıldığınızda şu “kentsel dönüşüm”ün nasıl bir ucube olarak kentlerin kimliğini değiştirdiğini gözlerseniz.

Sokağınızı, fırınınızı, terzinizi, kasabınızı, bakkalınızı, oturduğunuz evinizi ve bahçenizi savunmadığınız sürece bu salgının vebadan, şu sözü edilen virüsten daha beter olduğunu sanırım hatırlatmak gerekiyor sizlere de sevgili okurum.