Kore filmleri salgını

Türk sinemasının çağına tanıklık ettiğini söylemek oldukça zordur. Güncel olayların işlenişi karşısında sansürün hoşgörüsüzlüğü, sinemacıların tecimsel nedenlerle bu konulardan kaçınmaları, güncel olayların yansıtılmasını engellemiş; sinemamız, kendi ticari mantığına ve türlerine uygun olduğu oranda günceli aktarmıştır. Sinemacıların mantığı ile güncel olayların kesiştiği iki alan ise din ve milli duygulardır.

DP’NİN LAİKLİKTEN ÖDÜNLERİ

Dinin çeşitli siyasal iktidarlar tarafından farklı bir şekilde gündeme getirilmesi bu konu üzerinde dün olduğu gibi bugün de birçok filmin yapılmasına zemin hazırlar. Her türlü güncel olayı es geçen sinemamız, milli duygu ve din söz konusu olduğunda, hiç zaman yitirmeden bunları beyazperdeye el çabukluğu ile aktarmanın üstesinden gelir... Kore Savaşı da bunun en tipik örneklerindendir.
14 Mayıs 1950’de yapılan seçimleri Demokrat Parti’nin ezici bir çoğunlukla kazanması, siyasi dengelerle birlikte, Türk toplumunun sosyo-kültürel alandaki kimi olgularını da bozar. Katılımın çok yüksek olduğu seçimlerde Demokrat Parti 408, Cumhuriyet Halk Partisi 69, Millet Partisi 1 (O da Osman Bölükbaşı’dır), bağımsızlar da 9 milletvekili çıkarınca, halkın CHP’ye karşı uzun iktidar yıllarında biriken hoşnutsuzluğu da su yüzüne çıkar. Demokrat Parti bu genel hoşnutsuzluğu kendi hesabına kazanca çevirmek için, popülist politikanın tüm yöntemlerini kullanarak bol ödünlü bir iç dış politika izlemeye başlar. İlk ödünlerini de laiklik alanında verir. Verdiği her ödün, toplumun büyük bir kısmı tarafından sevinçle karşılanır.

KORE SAVAŞI’NA NASIL İTİLDİK

Demokrat Parti’nin popülist politikasına Kore Savaşı’nın başlaması da yardımcı olur. Kuzey Kore birliklerinin Güney Kore topraklarına karşı saldırıya geçerek, sınır kabul edilen 38. paraleli aşması Uzakdoğu’da savaşın başlamasına yol açar. B M Güvenlik Konseyi’nin bütün Birleşmiş Milletler üyelerini Kuzey Kore askerlerine karşı savaşan Güney Kore’ye yardıma çağırması, Türkiye’deki çiçeği burnunda siyasal iktidar tarafından da olumlu karşılanır. TBMM’de bu konuyla ilgili bilgi veren Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, “Birleşmiş Milletler’e sözümüzü içtenlikle yerine getireceğiz” der. 24 Temmuz 1950’de Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Kore Savaşı’na 4500 kişilik bir askeri birlik gönderme kararı alır. Dönemin Dışişleri Bakanı Fuat Köprülü, Türklerin bu jestini BM Genel Sekreteri Trygve Lie’ye bir telgrafla bildirir. Mecliste temsilcisi bulunan CHP ve Millet Partisi, TBMM’ye danışılmadan böyle bir kararın alınamayacağını ileri sürerse de, Başbakan Adnan Menderes, “Kore’ye yardım, dünya barışına hizmettir” diyerek muhalefeti susturur. Hükümet, Kore Savaşı’na asker gönderilmesinin Türkiye’ye NATO kapılarını açacağını düşünerek, 1950 Temmuz’unun son gününde NATO üyeliği için resmen başvuruda bulunur. ABD’nin de buna taraftar olduğu açıklanır.

TARİHİN TEKERRÜRÜ MÜ?

Mecliste muhalefetle iktidar arasında ya da İsmet İnönü ile Adnan Menderes arasında söz düellosu yapılırken Kore’ye gönderilecek Türk Birliği’nin komutanlığına Tuğgeneral Tahsin Yazıcı, alay komutanlığına ise Albay Celal Dora getirilir. Ve nihayet savaşa katılacak Türk birliği, 28 Eylül günü, milletimizin ‘Selametle gidin ve selametle dönün kahraman milletin yiğit askerleri’ sesleri ve sevgi gösterileriyle uğurlanır. Birlik, önce özel trenle İskenderun’a, oradan da gemilerle Kore’ye doğru yolculuğa çıkar.
Olaya sinemamız da pek yabancı kalmaz. Birdenbire tarihsel filmlerle, Kurtuluş Savaşı’nı konu alan filmlerde bir patlama yaşanır. Bunlara Kore savaşı ilgili filmler de eşlik edince heyecan tüm sinemayı sarar.
Durup dururken neden Kore Savaşı ve onun sinemamıza etkileri üzerinde durma gereksinimi duydum bilemiyorum. Günümüzde de duyguları içeren filmlerle güncel politikalar fena halde örtüşüyor. Tarih tekerrür mü ediyor yoksa?