Korkunç koleksiyoncu
Bir selüloz manyağı idi. Bu adı bir başkaları değil de kendisi koymuştu. Ve böyle anılmaktan da mutluluk duyardı. Ölümünün üzerinden kaç yıl geçti bilemiyorum. Birden aklıma geldi... Kendine özgü bir yaşamı olduğu için de yazma gereksinimi duydum.
Bilenler bilir onu. Adı Naki Turan Tekinsav’dı. Ve tarif edilmez, uslanmaz ve de deva bulmaz bir saplantıyla, kendi deyişi ile bir selüloz, yani kitap manyağı idi. Ömrü boyunca oldukça kısıtlı bütçesiyle devamlı topladı. Öyle bir zaman oldu ki, ona kimse kitapları yüzünden kiralık ev vermeye yanaşmadı. Yaşamı boyunca, kendisine gereğinden fazla düşkün olan yaşlı annesiyle hem ev, hem de çoğunluğu sinemayla ilgili olan kitaplar peşinde koşup durdu. .
Abartı değil, gerçek: Sinemanın “S”si olan her şeyi, ama her bir şeyi toplardı. Kendisinde olsun, olmasın. Sinematek’in müdavimlerinden birisi olması, filmleri izlemekten çok, onun atacağı her bir şeyi çuvallara koyarak evine taşıma isteğindendi. Hatta küçük bir 8 mm’lik kamera da edinmiş, sinemayla ilgili her kesin peşine takılarak kitapların yanısıra bir film arşivi de yapmaya başlamıştı.
Günün birinde radyoda Orhan Boran’ın sunduğu bir bilgi yarışmasına katılarak sinema konusunda on bir soruya da yanıt veren ilk kişi olarak, ödüllendirilip bir haftalığına İngiltere’ye gönderilmişti. Dönüşünde İngiltere’de neler gördüğünü anlat dediğinde, hiçbir yeri görmedim, sabahın 9’undan gecenin 12’ne kadar hep film izledim demişti.
DÜZENSİZLİK İÇİNDE BİR DÜZEN
Sinema yaşamı, sinemayla ilgili her bir şeyi toplamak ise adeta mesleğiydi. Erenköy’de kiracı olarak oturduğu (yaşamı boyunca hep kiracı oldu) evine gitmiştim. Bir eski zaman köşkünün oldukça büyük olan bodrum katıydı. Dış kapıyı zor açtı. Çünkü onun arkası bile kapının doğru dürüst açılmasını engelleyen kitap yığınlarıyla doluydu. Evde kütüphane filan yoktu, ama her kitap yığını, onun kolaylıkla bulabileceği bir sistemle üst üste konmuştu. Koridorlar, odalar, mutfak, yatak odası, hatta tuvalette bile raflar yapılmış üzerine hiçbir boşluk kalmayacak şekilde kitaplar dizilmişti. Bir çöp ev değildi, kendine göre bir düzeni vardı ama, bu düzen bile insanı rahatsız edecek denli bir görünüme sahipti. Bu görünüm içinde bile her bir kitabın nerede olduğunu kolaylıkla biliyor, ama asla onlara bir başkasının el sürmesine izin vermiyordu. Tek dostu bir saplantı haline getirip topladığı kitaplar ve de onu askerliğinde bile asla yalnız bırakmayan yaşlı annesiydi.
Tek derdi, kitapları yüzünden devamlı aramak zorunda kaldığı kiralık bir yer bulmaktı. Kitapları çok, ama kira verecek parası pek yoktu. Bu konuda benden, üyesi olduğum Tarih Vakfı’yla görüşmemi istedi. Tek isteği, bir kira bedeli karşılığında tüm kitaplarını oraya bağışlamaktı. Ama bu isteği de pek sıcak karşılanmadı.
Yaşamını yitirdikten sonra onun büyük bir sabırla bir araya getirdiği kitaplarla bir çok yerlerde karşılaştım. Bunlardan ilki, su baskını sonucu harap olmuş kitapların, belediyenin kepçesiyle yığınlar halinde konduğu bir depoydu. Sanırım bir sahaf almış ve bana satmak istiyordu. Ama elle tutulacak, harap olmamış tek bir kitap bile yoktu aralarında. Üzüldüm... Öldükten sonra kitaplarını gördüğüm bir diğer yer ise sinemayla ilgili bir sendikanın kütüphanesiydi. Kitapların buradaki hali ise, birincisi kadar değilse bile, ona yakındı. Tüm kitaplar onlar için yeni yapılmış kütüphane konmuş, ama kimse çalmasın ya da okumasın diye hepsi üzeri koli bantlarıyla birbirlerine yapıştırılmıştı. Yani raflardan hiçbir kitabı alamıyordunuz, almak isteseniz bile ancak o kitabı yırtmanız gerekiyordu. Sonra bu kitaplar bir yerlere gitti.
Onun kitaplarına hala sahaflarda rastlıyorum. Tüm kitaplarının kapak içlerinde, onun yaşamı boyunca düşleyip de hiç bir zaman sahip olmadığı tek bir şey yazıyordu: Naki Turan Tekinsav Kitaplığı...