Köy ve çiftçiye dair
Küçük ölçekli bir deprem, bir doğal afet ve ne yazık ki bir şehit cenazesinin ardından, batısından doğusuna köylerin her türlü barınak ve alt yapı açısından yürekler acısı durumunu görerek ayrı bir üzüntü duymamak mümkün değil. Cumhuriyetin 100. yılına doğru 21. yüzyıl Türkiye’sinde köy ve köylü neden bu durumda sorusuna yanıt olabilecek birkaç noktaya değinmeye çalışalım. Cumhuriyetin başlangıcında nüfusun yüzde 76’sı köyde yaşarken bu nüfusun büyük çoğunluğu da çiftçilikle uğraşmaktaydı. 1923-38 arası köy-köylü ve ziraat açısından devrim niteliğinde olağanüstü gelişmeler yaşanmıştır. 1924 yılında Köy Kanunu çıkarılarak köy ve köylüye yeni bir statü kazandırılmıştır. 1925 yılında aşar vergisi kaldırılırken 1926 yılında Medeni kanunda değişikliler yapılarak eski arazi rejimine son verilmiş ve sınırlı da olsa köylüye arazi dağıtımı yapılmıştır. 1923-1932 arasında tarımsal üretimde yüzde 58 artış sağlanmıştır. Çiftçiye ve ziraata kaynak sağlayan Ziraat Bankası kurulmuştur. 1935 yılında Tarım Satış ve Tarım Kredi kooperatifleri için yasal düzenlemeler yapılmıştır. Sanayileşme çerçevesinde tekstil, dokuma ve özellikle şeker fabrikalarının kurulması tarımın gelişmesi ve köylerin kalkınması açısından çok önemlidir. Ülkede çağdaş tarıma örnek olacak Devlet Üretme Çiftlikleri de 1937’de kurulmaya başlamıştır.
MİLLİ POLİTİKALARDAN UZAKLAŞMA
Büyük Atatürk’ün vefatı ve II. Dünya savaşından sonra Türkiye’de bir batılılaşma dönemine girilmiştir. Her alanda olduğu gibi, tarım politikalarının yürütülmesinde dış etkiler ortaya çıkmıştır. İlkokullarda öğrencilere ABD’den gelen süt tozu ile yapılmış içeriği de pek bilinmeyen bir sıvı içirilmesi, tereyağı yerine margarin tüketiminin özendirilmesi ve İngilizce öğretme gerekçesiyle ülkeye barış gönüllüleri salınması bunun görünür delilleridir. Daha sonraki dönemlerde bazı olumlu çalışmalar yapıldıysa da, Başta ABD olmak üzere, ABD güdümlü uluslararası kurumlar Türkiye’den elini hiç çekmemiştir. 1945 yılında çıkarılan "Çiftçiyi Topraklandırma Yasası" tam bir toprak reformu yasası iken maalesef devlet arazilerinin topraksız çiftçilere dağıtımı dışında UYGULANAMAMIŞTIR. 1940 yılından başlayarak Türkiye’ye özgü köyden başlayarak ülke kalkınmasına öncü olacak nesiller yetiştirmeyi amaçlayan ve giderek sayıları 21’e ulaşan KÖY ENSTİTÜLERİ, 1946'dan sonra Köy Öğretmen Okullarına dönüştürülmüş ve ne yazık ki 1954 yılında da KAPATILMIŞTIR.
1960 sonrası planlı döneme geçilmesi ile birlikte 1980 yılına kadar görece olumlu bir döneme girilmiştir. Toprak-Su, Yol-Su-Elektrik ve Toprak İskân gibi etkin kuruluşlar kırsal alana ve köylere çok değerli hizmetler götürmüşlerdir. Özellikle 1970 sonrası, tarımda örgütlenme ve kooperatifçilik alanında önemli gelişmeler olmuş Köy Kalkınma Kooperatifleri ülke düzeyinde örgütlenebilmiş ve ekonomik açıdan çiftçiye önemli katkılar yapabilmiştir. Bu dönemde, 1970 sonrası başlayan ve neredeyse hız kesmeyen, sağlıksız kentleşme yaşanmıştır. Bu olumsuz hareket, bir yandan köyden-kente plansız bir harekete, kent varoşlarında imarsız ve düzensiz bir yapılanmaya yol açarken, bu yolla tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı da hızlanmıştır.
LİBERALLEŞME VE ÖZELLEŞTİRME DÖNEMİ
1980’den sonra liberal piyasa ekonomisi anlayışı ağırlık kazanmaya başlamış ve tarıma hizmet veren köklü kurumların özelleştirme adı altında faaliyetleri durdurulmuştur. Köy kalkınma kooperatifleri kapatılmıştır. Daha da ilginç olanı, ‘Köy’ kelimesi sakıncalı bulunarak kooperatiflerin adı Tarımsal Kalkınma Kooperatifi olmuştur. Yukarıda sözü edilen üç yatırımcı genel müdürlük 1984’de ortadan kaldırılarak Köy Hizmetleri Genel Md. altında birleştirilmiştir ve daha sonra bu hizmetler il özel idarelerine bırakılmıştır. 2000 yılı ile birlikte yine Batı yönlendirmeli politikalarla tarımın yeniden yapılandırılması yoluna gidilerek tarıma hizmet götüren kurumlar ya etkinsiz hale getirilmiş veya neredeyse yok edilmiştir. 2012’de kabul edilen “6360 Sayılı Yasa” köy ve ziraatı tümüyle yok sayan bir yapı ortaya çıkarmıştır. ZORUNLU KENTLEŞME yasası diyebileceğimiz bu yasa ile 16 bin köyün tüzel kişiliğine son verilerek mahalle yapılmıştır.
Nüfusu yaklaşık 83 milyona ulaşan Türkiye'de, nüfusun 7,2’si olan 5,9 milyonu belde ve köylerde yaşamaktadır. Bu nüfusun tamamının ziraatla uğraştığını ve ortalama bir aile nüfusunun da 4 kişi olduğunu kabul edersek, bu 1,5 milyon işletme demektir. Son yıllarda tarım sayımı yapılmamakla birlikte Türkiye’de 3 milyon tarım işletmesi olduğuna ilişkin bir bilgi bulunmaktadır. Çiftçilerin üye olduğu Ziraat Odalarının 4,9 milyon üyesi vardır. Bakanlık kayıtlarına göre, çiftçi kayıt sistemindeki çiftçi sayısı ise 2,1 milyon kadardır. Bu tutarsız verilerden, çiftçilerin yarısının kentlerde yaşadığı ve gerçek çiftçiler şehirli sayılırken, kentlerde yaşayan önemli bir beyaz yakalı nüfusun da çiftçi belgesine sahip olduğu anlaşılıyor.
NE YAPALIM?
Çiftçimizin temel çıkmazı sorunlarının çözümünü sadece yönetenlere bırakmalarıdır. Kuruluşu 1881 yılına kadar giden çiftçi meslek örgütü, Ziraat Odaları ve Birliği çiftçinin çıkarlarını savunma ve tarım politikalarını oluşturma konusunda etkin bir yapıya sahip değildir. Meslek örgütleri gündemdeyken Ziraat Odaları da tartışılmalıdır. Bu arada gelirlerinin tümü tarımsal ürünler olan Ticaret Borsalarının tarıma ne hizmet sağladıkları da sorgulanarak, bu örgütlerin Türkiye Ziraat Odaları ve Borsaları Birliği şeklinde birleştirilmeleri de gündeme alınmalıdır.
Köyleri mahalle yapıp, Türkiye’nin yüzde 92,3’ünün şehirlerde yaşadığını göstermenin ne yararı olabilir. Madem bu köyleri mahalle yapıyoruz, büyük şehirlerimiz acilen köylerin konut sorununa çözüm üretmelidir. Aman, köylere de TOKİ apartmanları dikmeyelim. Olduğu gibi, olduğu yerde ve planda, köylünün gereksinimlerine uyacak şekilde; betonarme, depreme dayanıklı, insanca yaşanabilir yuvalar yaratalım. Kentiyle, köyüyle acil ve yakıcı bir yapı stoku sorunu bulunan Türkiye’de, ortasından kanal geçen bir yeni şehir, çirkin gökdelenler dikip, bunları gözlemek için seyir terası, seyir kulesi inşasına kaynak ayırmanın değerlendirmesini de okuyucuya bırakalım.