Kredi genişlemesi başarılı olmaz

Ekonomi yönetimi, kamu bankaları ve kamu kurum-kuruluşları üzerinden sonbahar itibari ile piyasaya nakit akışı sağlama konusunda kararlı olduğu anlaşılmaktadır. 2017’den beri aralıklarla sürdürdüğü bu stratejinin son yıllarda beklenilen başarıya ulaşmadığı makroekonomik verilerden gözlemlenmektedir. İşsizlik, büyüme, enflasyon gibi makroekonomik verilerin bu tür nakit müdehalelerine bir süreden beri beklenilen yanıtı vermediği de görülmektedir.

Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan’ın son açıklaması, oldukça net olarak nakit akışını hızlandırılacağı yönündedir. Onun sorumluluğundaki Bakanlık’ın gerçekleştiridiği hazırlıkları da Kredi Garanti Fonu üzerinden ilgili piyasa aktörlerine nakit akışı sağlanacağına işaret etmektedir. Özel sektör üzerinden büyüme sağlanması için gerekli nakit akışının hazırlanmakta olduğu anlaşılmaktadır.

Ancak, 2017’den beri ilgili bazı Bakanlıklar üzerinden bu tür kredi genişlemelerinin gerekli büyümeyi sağlayamadığı gibi kamunun üzerinde önemli bir borç yükü oluşturulduğu da bir gerçektir. Üstelik, yakında, muhtemelen yıl sonuna doğru geri ödenmeyen krediler, kamu banka ve kurum-kuruluşları üzerinde daha büyük bir yük de oluşturabilir...

Ara mal ithalatına bağımlı bir sanayi sisteminde bu tür kredi genişlemelerinin başarılı olma ihtimali çok düşüktür çünkü sanayi, bu nakit akışını üretimde kullansa bile naktin büyük bir bölümü dövize dönüşerek dışarıya uçacaktır. Eğer sanayi, ekonomik konjöktüre güvenmeyip döviz, TL ya da diğer menkül değerler üzerinden tasarruf ederse de rantçı bir yapıya dönüşme yolunda doludizgin ilerlemiş olacaktır. Diğer bir deyişle, bu tür kredi genişlemeleri, ara mal ithalatına bağımlı ve belirsizliklerin çok olduğu bir ekonomide beklenilen oranda çarpan etkisi sağlayamayacaktır.

Ayrıca, büyümeyi sağlamak için üretimi teşvik amacıyla çok fazla nakit akışı sağlandığı durumlarda sanayicinin muhtemel stratejisi hem tasarruf edip belirsizliklere karşı önlemini alma hem de ara mal ithal edip dövize talep oluşturarak hem çari açığı hem de döviz fiyatlarını yukarı çekme olacaktır. Bu noktada da nakit akışının ekonomiye çarpan etkisi sınırlı olacağı gibi döviz fiyatlarının artışı üzerinden enflasyonist baskı artabilir. Bunun sonucunda da nakit tuzağına düşmek ile birlikte ekonomik durgunluğun yanında ekonomiye olan güvensizlik bir üst noktaya taşınabilir.

Önceki yazılarda da belirtildiği gibi Türkiye ekonomisinin ara mal ithalatına bağımlı bir sanayisi varken bu tür kamu banka ve kamu kurum kuruluşları üzerinden nakit akışı ile ekonomisini canlandırmaya kalkarsa ya nakit tuzağına düşecektir ya da artan döviz fiyatları üzerinden hem cari açığı hem de enflasyonu körükleyecektir. Her ikisi de aslında önünde sonunda kamu üzerindeki borç yükünü arttıracaktır.

Çözüm, uzun vadeli teknoloji ve üretim planlarındadır. Ancak, bu planlar da ulusal olmalıdır.