Kremaya bulanan yıkıcılık
Geçtiğimiz pazar günü Paris'teki Louvre Müzesi'nde bulunan Leonardo da Vinci'nin ünlü resmi Mona Lisa eseri, tekerlekli sandalyeli ve yaşlı kadın kılığındaki bir ziyaretçinin saldırısına uğradı. Adam önce tablonun önündeki koruyucu camı yumrukladı, sonra yanında getirdiği kremalı pastayı üzerine sıvadı. Vandal ziyaretçinin final hareketi zarifti, havaya bir avuç gül fırlattı. İklim krizine dikkat çekmek için Fransızca "İnsanlar dünyamızı mahvediyor. Sanatçılar dünyayı düşünür, ben de bu yüzden yaptım" diye bağıran ziyaretçi, güvenlik görevlileri tarafından uzaklaştırıldı. Aslında bu, Mona Lisa’nın uğradığı ilk saldırı değildi. 1950 yılında yapılan asit saldırısı sonrasında koruyucu ve kurşun geçirmez cam yerleştirildi. Ancak saldırılar durmadı, 1956 yılında Bolivyalı bir adam taş, 1974’de bir Japon kadın kırmızı boya, 2009 yılında ise bir Rus kadın boş çay fincanı fırlattı. Hatta, Mona Lisa’yı Mona Lisa yapanın bu saldırılar olduğunu söyleyen sanat eleştirmenleri bile var.
ÖRGÜTLÜLÜKTEN BİREYSELLİĞE SANATTA YIKICILIK
Tarihsel kayıtlar, kültürel varlığa ilk saldırının M.Ö. 4. yüzyılda, düşük toplumsal statüye sahip olan Herostratus’un Efes'teki Artemis Tapınağı'nı ateşe vermesi olduğunu söyler. Bununla birlikte, kültürel değerleri yok etmek isteyen insanları bu eyleme neyin yönlendirdiği hakkında her şeyi tam olarak bilmiyoruz. Vandallar eylemlerini bazen delilikten, bazen de ideolojilerin yönlendirmesiyle gerçekleştirdiler. Biz genellikle, sanat eserlerinin tahribatı hakkında dini ideolojilerin yönlendirdiği fanatik dinci grupları duyarız. Üç semavi dinin kendi ideolojilerini birbirlerine dayatmak üzere yaptıkları sanat yıkıcılığını az ya da çok duymuşuzdur. Bu örnekleri, bir dinin farklı mezhepleri arasındaki yıkıcılıklarla da çoğaltabiliriz. Örneğin, 16. yüzyıl İngiltere’sindeki “Protestan Reformu” sırasında Katolik katedrallerdeki vitray ve heykellerin neredeyse tümü tahrip edilmiştir. Sadece batı dünyasında değil, doğuda da bu tür sanat yıkıcılığı ile karşılaşırız. Budist sanatın en önemli miraslarından Afganistan’daki Bamyan Budası, Taliban taraftarları tarafından paramparça edildi (2001). Ancak, Budizm sanat yıkıcılığı konusunda sadece mağdur değildir, yıkıcıdır da. Moğolistan’da kadim toplulukların yaptıkları taşbaba heykellerinin çoğu Budizm’in fanatik inanırları tarafından “kafir” Şamanizmle özdeşleştirilerek tahrip edilmiştir.
Örgütlü sanat yıkıcılığı, farklı dönemlerde, farklı siyasi ideolojilerin yönlendirmesiyle de gerçekleşmiştir. Örneğin, sanat yıkıcılığı Fransız Devrimi'nden sonra din ve kraliyet karşıtı fikirler tarafından yönlendirildi. Rusya’da 1917 devriminden sonra Bolşevikler kiliseleri ve ikonları mahvetti. Sanatsal bir geçmişe sahip olan Hitler'in iktidarında "yozlaşmış" Modernist sanat eserleri yok edildi. Çin’de de, (bugün eleştirilen) Kültür Devrimi’nin (1966-1976) ortadan kaldırmak istediği “Dört Eski”ye dair eserlerin bir bölümü tahrip edilmişti. Bireysel sanat yıkıcılarının en ünlüsü ise, kişilik bozukluğu olan Alman Hans-Joachim Bohlmann’dı. Sanat eserlerini tahrip etmeye doymayan “Seri Vandal” Bohlmann; Picasso’dan Rembrandt’a 50'den fazla esere saldırdı. Sanat yıkıcılığına en ilginç örnekler şüphesiz sanat camiasının kendi içinden çıkmıştır. “Dünyayı değiştirme” hayalleri olan Amerikalı Tony Shafrazi, ziyaretçilerin önünde "ben bir sanatçıyım" diyerek, Modern Sanat Müzesi'ndeki Picasso’nun başyapıtı olan “Guernica”ya spreyle yazı yazar. Shafrazi tutuklanır, ancak bu eylemi hapisten çıktıktan sonra New York'ta başarılı bir sanat koleksiyoncusu ve galeri sahibi olmasını önleyemez.
ANTİK VAZONUN RENKLİ PARÇALARI
Bir başka örnek ise, Çinli çağdaş sanatçı Ai Wei Wei’dir. Ai, "Bir Han Hanedanlığı Vazosunu Düşürmek" (1995) isimli çalışmasında iki bin yıllık bir Han dönemine ait (MÖ 206-MS 220), tören çömleğini elinden düşürerek, yerde parçalar (bu vazonun orijinal olup olmadığı konusu tartışmalıdır). Ai, çömleği parçalayarak, ona değer veren sosyal ve kültürel yapıların parçalanmasını betimler. Çünkü, Ai’ye göre bu yapılar: "birileri tarafından güçlü olduğu ve nesneye değer kazandırdığı düşünüldüğü için güçlüdür.” Bu çalışmayla Ai, antika bir hazır nesne üzerinden kültürel değerlerin kimler tarafından nasıl yaratıldığını sorgulamak istemiştir. Bu ifadede, imparatorluk döneminde çok değerli olan bir yapıtın, Çin'in Kültür Devrimi’nde (1966-76) yok edilmek istenen eski geleneksel nesneye dönüşmesine atıfta bulunur. Ai, "Başkan Mao bize ancak eskisini yok edersek, yeni bir dünya inşa edebileceğimizi söylerdi" diyerek mecazi olarak karşılık verir. Bir sanat yıkıcılığını başka bir yıkıcı eylemle ifade etmeyi amaçlayan bu eylem, kimileri için vandalizm, kimileri için iktidara meydan okuyan sanatsal bir eylemdir. Ai’in antik vazolarla didişmesi bitmez. Çinli sanatçı, Antik Çin vazoları edinir ve bunları sergilemek üzere çeşitli renklerdeki boyalara batırır. Ai’in bu sanat eylemine bir başka karşılık, Dominik Cumhuriyeti’nde cevap bulur. Ai’nin sergisini gezen Dominikli sanatçı Caminero, bu vazolardan birini alarak güvenliğin gözü önünde parçalar. Bir ironi olarak, bu renkli vazoların arkasındaki duvarda, Ai’in "Bir Han Hanedanlığı Vazosunu Düşürmek" çalışması sırasında vazoyu elinden düşürürken gösteren fotoğrafı vardır. Caminero, bu eyleminin Ai'nin sanatından esinlenerek yapılmış ve “müzeler uluslararası sanatçılara milyonlarca dolar harcarken, Miami'nin müzelerinde hiç yer verilmeyen tüm yerel sanatçılara dikkat çekmek için” bir protesto olduğunu söyler. İlginçtir ki birçok insan, Ai'nin Çin'deki siyasi sıkıntıları ile Caminero'nun Dominik Cumhuriyeti'nin yerlisi olarak yaşadığı sorunlar arasında paralellikler kurar. Böylece, eylemci Ai’nin vazoları da Miamili bir sanatçı tarafından bir tür vandalizmin kurbanı olur. Ancak, Ai bu vandalizmden pek memnun olmamıştır.
GENÇ SANATÇILARA YANSIYANSANAT YIKICILIĞI
Benim de tanıklığım vardır bu tür vandallığa. Okulumuzun sergi salonunda bölümümüzün öğrenci sergisini hazırlıyorduk. Sergi düzenlemesinin sonlarına gelmiştik. Tam o sırada arkamdan bir gürültü gelmişti. Arkama döndüğümde az önce düzenlediğim bir çalışmanın yerle bir olduğunu gördüm. Bölümümüzün bayan hocası hiddetle bağırdı: “Seni gördüm, işi sen mahvettin”. Başka bölümün son sınıfından bir öğrencinin süratle koridora kaçtığını gördüm, ben de peşinden gittim. Koridorda yakalayıp: “sen ne yaptın” diye çıkıştım. Suratıma pişkin pişkin bakarak: “Onlar zaten tahrip etmek için varlar” dedi. “Sen vandal mısın?” diye sordum, “Sanatta zaten vandalizm vardır” diye cevap verdi. ”Tahrip ettiğin iş okula yeni başlamış arkadaşlarının emeğiydi, utanmıyor musun?” diye sordum, ama ne utanması. Hani insanın “ölür müsün, öldürür müsün?” ruh hali vardır ya… Ama hocalık var serde. Sonunda bağrışa çağrışa güvenlikçiler gelince şirretleşip: ”bana saldırıyor, şikayetçiyim” diyerek kaçtı. Ertesi gün araştırdım ilk vakası değilmiş, yönetime yazı yazıp disiplin soruşturması isteyecektim. Vandal öğrencinin bölüm başkanı telefon etti; gidip özür dilemiş, bir daha yapmayacakmış. Hocasına “herkesin eğitim görmeye hakkı olduğunu, görevimizin insanları kaybetmek değil, kazanmak olduğunu” söyleyerek şikâyetten vazgeçtim. Sanırım bir daha yapmadı, en azından ben duymadım.
Sanat yıkıcılığı ne yazık ki sanatçı adayı öğrencilerine kadar uzanabiliyor. Ai’in ve yukarıda anlattığım öğrencinin ortak yönleri kendi köklerine saldırdıklarını göz ardı etmeleridir. Ai, kendini meydana getiren iki bin yıllık bir kültürün köklerini, öğrenci de onu sanatçılığa hazırlayan temelleri parçalamayı kendilerine hak bilmişlerdir. İster örgütlü olsun, ister bireysel, ister sanatçı olsun, ister izleyici; sanat yıkıcılığı, insanı var eden, güçlü kılan ve değer kazandıran yapıları yok ederek kendine saldırmanın bir ifadesidir. Sadece kendine saldırma değildir, aynı zamanda bugünün ve gelecek kuşakların bu yapıtları izleme, öğrenme ve değer kazanma haklarını gasp etmektir. Geleceğin bize ödünç verdiği bu yapıları yıkma eylemini “sanatsal ifade” veya “yaratıcılıkla” süslemek ise, bu eylemlerin çaresizliğe düşmüş “bencillik”ten başka bir şey olmadığı gerçeğini örtemez.