Kriz var! Bunalım var!

1970’li yılların sonlarına doğru, sanırım İzmir Elhamra sineması idi. Bir oyun sahneleniyordu. Bir mirasyedi ve bir işçi genç kızın hikâyeleri idi (Yanılıyor olabilirim). Oyunun müziğini Sevgili Timur Selçuk yapmıştı. Parçanın sözleri de “Kriz var, kriz var, bunalım var... Ekonomi tıkırında” diye giderdi. O zamanlardan bu yana aklımdadır, ara sıra mırıldanırım.

Yine bugünlerde mırıldanırken, birden aklıma takıldı. Timur Selçuk’un bu şarkıyı dillendirdiği yıllarda “Kriz var, kriz var” diye bağıran patronlar, hâlbuki ekonomileri tıkırında olan da patronlardı.

Bugün bir terslik var. “Kriz var” diye bağıran, iktidar ne yaparsa kötü diyen muhalefet, “Kriz yok, işler iyi gidiyor” diyen iktidar. Yani bu kez bir şekilde patronlar işler iyi gidiyor diyor. İşler kötü diyenler ise diğerleri.

Bu işte bir terslik var.

2018 yılı Ağustos ayında USD kuru 1 USD= 7 TL üstünü gördü. Ardından enflasyon; halkın en ihtiyaç duyduğu maddelere gelen zamlar. Yükselen faizler, ardı ardına konkordato ilan eden büyük işletmeler, yasal önlem almadan, el altından yardımcı olunan büyük işletmeler.

Ardından gelen, bence krizin gerçek yüzü olan işsizlik. Resmi rakamlarla 4 buçuk milyona varan işsizlik.

Bu dönemde kimse “kriz yok” diyemiyordu. Burada sorun yok.

Sorun 2019 yılının 2. yarısında başladı. Nedeni de 2019 yılının 2. yarısında rakamlar biraz daha farklı oluşmaya başlamıştı. Sanki bir şeyler düzeliyordu.

Öncelikle dolar kuru 2019 yılında TCMB verileri ile (Bunu kimse reddedemiyor.) 31.12.2018 tarihinde 5.2609, 31.12.2019 tarihinde ise 5.9402 olarak belirlendi. 2019 yılı boyunca USD kur artışı yüzde 12.9, yuvarlak hesap yüzde 13 oldu.

Neden USD kuru ile başladım; nedeni basit. İşin başında da dolar kuru vardı. Rahip Brunson (Asıl mesleği CIA ajanı) krizi sonucunda ilk kriz başlangıcı dolar kurunun çıldırasıya artışı idi.

Takip ettiğimizde, 2019’da dolar kurunda ciddi bir durgunluk var. Bu noktada, “kriz daha dibe vurmadı” diyenler; kamu bankaları aracılığı ile piyasada oluşan kurlara müdahale edildiğini söylüyorlar. İktidardakiler ise genelde bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyorlar.

Benim gibiler ise; gerçekten bravo, iktidar bu yoklukta dövize müdahale edip elindeki, kucağındaki son döviz kırıntılarını satıp savıp (swap dahil), kurları bu seviyelerde tutmayı başarıyorsa tebrik ediyoruz.

Bu arada sanayi verileri geliyor. Yükseliş var. Merkez bankası faizleri indiriyor. Herkes kurlar fırlayacak diyor, hareket yok. İşsizlikte düşüş var, rakamlarla oynuyorlar deniyor. Enflasyon makul olmasa da genelde düşüş eğiliminde, bir de yılbaşında enflasyon sepeti ile oynanıyor. Zaten TÜİK rakamlarına herkes şüphe ile bakıyor. Her şey kötü olacak diyenler, haklı olarak bu rakamlar gerçek değil diyor.

Bir tanesi, bankalar zorlanmayıp, özellikle kamu bankaları aracılığı ile piyasaya likidite verilmeseydi ne olurdu diyor. Efendim yapay çözüm olur muymuş? Arkadaş, önceki krizlerde ne oldu. Gittiler IMF ile anlaştılar, IMF deveyi hendekten atlat şeklindeki koşullar karşılığı para vermeseydi önceki krizler nasıl çözülecekti. O zaman piyasaya likiditeyi IMF verdi.

Başka bir tanesi, Türkiye kur politikasını mı değiştirdi, swap limitleri yüzde 10’a kadar çekildi. “Yoksa bir şeylerden mi korkuluyor” gibi muhalefet edeyim de ne dersem diyeyim gibi konuşuyor.

Bu tür anlamsız muhalefet edenlere bir tek soru sorun: “NE YAPMALI”. Genelde bu soruya verdikleri cevap “yapılanları yapmamalı” gibi çok anlamlı(!) oluyor. Başka bir cevap daha var. “Adalet, demokrasi, hukukun üstünlüğü”. Bunları söyleyene soruyorsun: İyi hoş da ne işe yarayacak? Yabancı yatırımcı parasını yurdumuza, benim param iç edilmez diye güvenerek getirirmiş.

Kafa farklı değil. Borç olsun da çamurdan olsun. Ama mutlaka borç olsun.

İşin aslı nedir? Gerçekten kriz geçti mi, devam mı ediyor, daha dip görünmedi mi? Yoksa veriler doğru da işler iyiye mi gidiyor.

Geçen hafta bence her şeyi en güzel ve en doğru açıklayan veri açıklandı. Hiç kimse de bu veriye itiraz etmedi. “CARİ DENGE” rakamı açıklandı.

Beni takip edenler bilir. Aylardan bu yana. Ağustos, eylül hatırlayamıyorum belki daha da önce. Ben işlerin yavaş yavaş genel anlamda düzeleceğini, enflasyonun düşeceği (fiyatlar değil), üretimin artacağı, mart ayı başında açıklanacak aralık ayı işsizlik rakamlarının da önemli ölçüde düşeceğini söylüyorum.

Bunları söyleyince muhalefet etmemek gibi çok önemli bir ayıbı yapıyorum diye eleştiri alıyorum.

Hâlbuki ekonomi durağan rakamlarla izlenmez. Dinamik bir bilim dalıdır. Eğilimler gerçeği anlatır. Tek bir rakama bakarak karar veremezsiniz. İktisat tek rakamla anlamlandırılamaz.

Tekrarlıyorum. Genel geçer anlamda işler iyiye gidiyor. Ancak bu gerçek anlamda işlerin iyi gittiği anlamına gelmez.

Birincisi, en anlamlı göstergelerden biri dediğim “CARİ DENGE” rakamı aralık ayı itibarıyla haziran ayından bu yana kasımda az ama aralık ayında 2.800 milyon USD açık verdi.

Bu açık, iki anlam taşıyor. Öncelikle büyümenin tekrar başladığı, işsizliğin düşeceği anlamına gelmektedir.

Diğeri ise tekrar ithalata ve tüketime dayalı ekonomik gelişmeden vazgeçemeyen, kamu yatırımlarına başlamak konusunda tereddütlü iktidarın gerçek anlamda Türkiye’nin önünü açamadığı anlamını taşımaktadır. Yeni krizin ayak sesleri tekrar duyulmaya başlayacaktır.

Yurt dışı dinamiklerin ise iyiden iyiye kötüleştiği, önümüzdeki günlerin dış dinamikler açısından belki felaket anlamına gelecek tehlikeler barındırması başka bir konudur.

Hala “ihracata dayalı sanayileşme” macerasından da vazgeçemeyen, döviz açığını her şey pahasına ihracata dayalı sanayileşme hedefiyle gerçekleştireceğini sanan iktidar, ihracat yapacağı pazarların, özellikle Avrupa ve ABD, büyümek bir yana, bulundukları yerleri bile koruyamayacakları, ihracat hedefi ile yapılan yatırımların, elimizde kalan 2 milyona yakın fazla konut gibi boş kalacağını bilmek istemiyor.

Türkiye’nin tek çözümünün; PLANLI, İTHAL İKAMESİ MANTIĞI İÇİNDE KARMA EKONOMİ MODELİ OLACAĞINI anlatmaktan vazgeçmeyeceğim.

Bu programın sloganı da ÜRETİM DEVRİMİDİR.