Krizi fırsata çevirmek

2018 yılı başından beri artan döviz fiyatları ile kendini gösteren ekonomik kriz havası ağustos ayında ABD’den gelen siyasi tehdit ve ambargo rüzgarları ile daha da ağırlaşmıştır. Maalesef II. Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin güdümüne giren Türkiye geçen yetmiş yıl içinde, askeri ve sivil çok sayıda müdahale yanında günümüzdekinden daha ağır ekonomik ve askeri ambargolarla karşı karşıya gelmiştir. Bu ambargo dönemlerinin yerli ve milli kaynaklara ve üretime yönelmeye neden olarak bir anlamda fırsatlar yaratması, belki de işin olumlu yanıdır. Yerli ve milli silah ve savunma sanayinin günümüzdeki düzeyine ulaşmış olması bunun en güzel örneğidir. Türk lirasında neredeyse sekiz ayda yüzde 50’ye yakın değer kaybının olumlu etkileri beklenebilir. İthal enflasyonu yaratma yanında, dış ticaret dengesi ve cari açık açısından olumlu sonuçları olması gerekir. Ancak bu etkinin ortaya çıkmasının yurtdışına satılacak ürünlerin olmasına bağlı olduğu da açıktır.

İTHALAT TEHDİDİ

Yaşananların güncel siyasi ve ekonomik nedenleri olduğu kadar, geçmişe dayanan yanlış ekonomik politikaların etkileri de yadsınamaz. Bu politikalardan en çok etkilenen sektörlerden birisi de tarım olmuştur. 1980’den beri Batı’nın dayattığı “siz küreselleşin biz yerelliğimizi koruyalım” anlayışına dayanan küreselleşme ve liberalleşme politikalarının koşulsuz uygulanması ile, maalesef tarım sektörü ülkeye yeter olmaktan uzaklaşmış, ithalat tehdidi altında giderek küçülmüştür. Bu yapıyı olumluya çevirebilmek için, acil olarak yerel ve milli üretimin yeniden canlandırılması, önemli sektörlerin yeniden ihyası için gerekli önlemlerin alınması gerekmektedir. Etten süte, tütünden fındığa, şeker pancarından üzüme, pamuktan ayçiçeğine vb. her bir ürün piyasasının ihyası; yerel ve milli politikaların oluşturulması için yapılması gerekenler kendine özgüdür. Tüm bu ürünler konusunda ayrı, ayrı görüş belirtmenin güçlüğü açıktır. Et süt sektörü konusunu daha önceki köşe yazılarımızda sıklıkla ele aldık. Burada stratejik birkaç ürüne ilişkin görüş ve öneriler sunulmaya çalışılmıştır.

YEREL VE MİLLİ TARIM

Burada ilk akla gelen konu son dönemlerde gündemi işgal eden şeker sektörüdür. Bu sektörün Türkiye için şeker üretiminin ötesinde önemi vardır. Ancak 1980’lerden sonra nişasta bazlı şeker üretimi, kullanımı ve özelleştirmeler, şeker pancarı tarımı ve ona bağlı şeker üretiminde önemli gerilemeler yaratmıştır. Bu sektörde ilk adımda, nişasta bazlı şeker kotasının yüzde 5 indirilmesi, ekonomik ve siyası anlamı olan bir tepki olabilir. Ancak yapılması gereken, pancar üreticilerinin içinde olduğu modellere dayalı olarak yerel ve milli şeker sektörünün devamının sağlanmasıdır. Bunun için Konya Şeker vb. olduğu gibi başarılı örnekler yaratılabilir. Yeni Tarım ve Orman Bakanlığı yapısı içinde Şeker Kurulu yerine kurulan Şeker Dairesi Başkanlığı bu sorumluluğu yüklenebilir. Bazı aksaklıkları giderilirse “TORKU” markasıyla yaratılan model, diğer şeker fabrikaları ve pancar üretici kooperatiflerinin (PANKOBİRLİK) işbirliğini merkez alarak gerçekleştirilebilir.

TÜTÜNÜN ÖNÜ AÇILMALI

Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşmesinde kaynak oluşturan temel ürünlerden bir diğeri olan tütünü de yok ettik. Türk tütünü olarak dünyaca tanınan ve önemli dış satım kalemi olan şark tütünü, birkaç nostaljik yerli sigara markasına terk edilmiştir. İkisi yerli ortaklı olmak üzere beş adet uluslararası sigara tekeline teslim edilmiştir. İzlenen yanlışların tekrarına düşmemek adına, bunların kamulaştırılması önerisi yapmayalım. Yeni bakanlık yapılanması içinde, Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu yerine yeni bakanlık yapısı içinde, Tütün ve Alkol Dairesi Başkanlığı kurulmuştur. Bu şekilde yetkilerin bakanlığa geçmesi ile, yerli tütünün ekim ve pazarlamasını özendirecek, yerli sigara ve diğer tütün ürünleri üretimini amaçlayan özel sektör girişimlerinin önü açılabilir. Bu şekilde kontrolsüz ekim, sigara ve tütün kaçakçılığının önüne geçilmesi de olanaklı hale gelecektir.

FINDIKTA FİSKOBİRLİK

Son olarak fındıktan söz edelim. Fındık üreticileri diğer sektörlerde olduğu gibi 1938 yılında FİSKOBİRLİK adı altında örgütlenmiş kendi adına fındık alım-satım yaparken 1994 yılından 2000’e kadar devlet destekleme alımlarına aracılık etmiştir. Kooperatiflerin yeniden yapılandırılması ile 2002 yılından itibaren kendi olanakları ile etkinliklerini sürdürmeye çalışmaktadır. Yabancı bir işleyici firma, tüccar ve ihracatçılara karşı direnmeye çalışan FİSKOBİRLİK’e destek olması gerekirken, devlet piyasa fiyatının belirleyicisi olarak Toprak Mahsulleri Ofisi ile fiyat ilan edip, piyasada rakip alıcı olarak yer almaktadır. Türkiye’nin 25 yıl önce dünyadaki fındık ticaretinde yüzde 85 pazar payına sahip iken bu oran, yüzde 60-65’e inmiştir. Başta devlet olmak üzere üretici meslek odaları FİSKOBİRLİK’in eski gücüne kavuşması yönünde politikalar izlemelidir. Fiskobirlik öncelikle uygun depolama olanakları ile arzı kontrol ederek, piyasada maliyet artı risk primini karşılayacak bir fiyat düzeyi ile yer alarak piyasa yapıcı hale gelmelidir. Burada iktidar ve muhalefetten yükselen fındık borsası kurulması önerisinin fındık üreticisinin aleyhine olacağının bir kez daha altını çizelim.

ÖZETİN ÖZETİ

Tarım politikalarının yerel ve milli nitelik kazanması gerekmektedir. Gıda egemenliğine dayanan bir anlayışın temel alınması gerekir. Tarıma ayrılan 15 milyar dolayındaki desteklerin girdi desteğinden çok, piyasa yapılanmasına ayrılması daha uygundur. Bu kaynaklar, üretici örgütleri başta olmak üzere özel sektörle işbirliği içinde üreticinin üretimde kalması ve sürdürmesini sağlayacak bir fiyat ve pazar sisteminin oluşturulmasına ayrılmalıdır. Sistemin başarısı, depolama, soğuk zincir, işleme tesisleri gibi fiziki tesisler yanında sürdürülebilir güçlü bir organizasyon (kurumlaşmaya) yaratılmasına bağlıdır.