Kudüs şarlatanı

Trump’ın Kudüs’ü başkent ilân etmesi, bir çöküşün ilânıdır. ABD plânları çökmüştür. Tıpkı Barzani’nin Kerkük’e girmesine benziyor. Bir anda bütün halk, Şii, Sünni, Türkmen, Arap demeden birleşti ve Barzani, bir gecede Kerkük’ü terk etti, 2003 sınırlarına çekildi. En büyük destekçileri ABD-İsrail bir anda ortadan kayboldu. Barzani, politik olarak bitmişti ve bu kumarı oynamaktan çekinmedi. Kaybetti...
Aynı durum ABD için de geçerli. Artık anlık hareketler yapıyor. Söz gelimi, attığı bu adımın daha sağlam olabilmesi için Barzani referandumunun arkasında durmalı, savaş pahasına desteklemeli ve dünyanın geri kalanı, özellikle de Türkiye bununla uğraşırken, Kudüs adımı atılmalıydı. Bu tipik ABD tavrı olurdu. Biri engellense bile diğer adım tamamlanmış olurdu.
Ama İran, Türkiye ve Rusya’nın birleşmesine karşı koyacak gücü olmadığını biliyor. Artık o eski plânlar kuran ABD yok; panik içinde anlık ve saçma adımlar atan bir yenik var...
Kudüs’ü başkent ilân ederek bu kez İsrail’i sürüyor topun ağzına. Aklı başında Yahudiler, İsrail’in diğer siyasi partileri, bu kez çıkacak bir savaşın 1948’deki Arap-İsrail savaşına benzemeyeceğini görüyorlar. Bu kez işin içinde Türkiye, İran ve Rusya da var...

Trump da, tam olarak bununla tehdit ediyor Kudüs adımını atarak: Bitmeyecek bir bölgesel savaş... O savaş yaşanırsa, ortaya çıkacak siyasi-ekonomik buhranın ABD’nin de sonu olacağını görmüyor.
Geçmişte büyük hatalar yapılmıştır, doğru. Sadece AKP döneminde değil, daha öncesinde de... Dinci Hamas’ı destekleyip lâik FKÖ’yü zayıflatarak, bir halkın bağımsızlık savaşı, uluslararası algıda din savaşına ve Yahudi düşmanlığına evrildi. İşte sonuç... Bundan ders alınmalıdır. Konu din değildir, Musevi düşmanlığı yapmak, ABD-İsrail’e en büyük desteği vermektir.
Bugün önce içeride bütün kesimlerle, sonra bölgede başta Suriye olmak üzere bütün komşularla birlik içinde olmak artık bir zorunluluktur.
Trump, Aslan Kılıç Ağabey’in çok güzel benzetmesiyle, bir binanın çatısına çıkmış, “atlarım” tehdidi yapan müflis iş adamı durumundadır. Bize düşen ise bu şarlatana hep birlikte “atla atla” diye tempo tutmaktır.
Bu arada... Kimi dostlarımız, “Bize ne kardeşim Kudüs’ten, bundan daha bir asır önce İngiliz ile birlikte bıçaklayarak öldürmediler mi Mehmetçiği” diye soruyor.
Evet, Kudüs’ün coğrafi olarak bizim için önemi tartışılır, tarihi olarak eski hesapları da unutmayabiliriz, ama görmezden gelinemeyecek bir aritmetik var: Koşullar 100 yıl önceki gibi değil... İsrail-ABD ikilisi, ülkemizi bölmek isteyen baş düşmanlar. Onlara karşı bölgesel ittifak, bizim de Kudüs’e sahip çıkmamızı gerektiriyor. Çünkü orada başlayacak yangın, bizim sınırlarımızda söndürmeye çalıştığımız yangını körükleyecek.

KONTROLSÜZ

Bazı devlet sırları vardır ki, bakanlar kurulunda bile konuşulmaz. Ama bizim memleketin Cumhurbaşkanı, başkası söylese hapse atılacak kadar önemli sırları çıkıp mikrofonlardan bağırıyor.
Yerli sermayenin dışarıya kaçtığını açıklamak, sadece bir devlet sırrını açıklamak değil; memlekete ekonomisine de sabotaj yapmaktır. Yabancı ya da yurt dışından memlekete gelecek olan yerli yatırımcıya, “Aman sakın gelmeyin, bakın buradakiler bile kaçıyor” demektir. Uluslararası finans kaynaklarımıza, “Sakın bize para vermeyin, gemi batıyor, bakın herkes kaçıyor” demektir.
Arkasından çıkıp o bildik “yanlış anlaşıldım” lafına sarılmanın anlamı yoktur. Ne yanlış anlaşılması, danışmanlarından biri Tayyip Bey’e, “Efendim dil de sizin, çene de; ne söylerseniz o anlaşılıyor, lütfen dikkat edin” diye anlatmalı. Emniyetsiz tabanca gibi, yere düşse patlıyor...

TEKRARLAMAYIN

Stalin döneminde SSCB hiçbir zaman Kars ve Ardahan üzerinde resmi olarak hak iddia etmedi...
Ama...
İki Gürcü profesörün bir Tiflis yerel gazetesindeki yazılarında, Kars ve Ardahan üzerinde hak iddia etmelerinin yarattığı yankıya karşı, “hayır, hayır bizim böyle bir talebimiz yok” dememişler, bir de üstüne Türkiye-SSCB dostluk anlaşmasını yenilemeyip, sınıra da asker sevk etmişlerdi. Bununla birlikte, Amerikancı basında yayımlanan “Kızıl gagalı bir ördek yakalandı, araştırmak için emniyete götürüldü, SSCB adına casusluk yaptığı düşünülen bir ördek avcılar tarafından yakalandı” gibi bugün hepimize komik gelen ama o gün toplumu yönlendiren haberlerin yer aldığı bir kara, kapkara propaganda yürütülüyordu. Arkasından ABD’nin Mizuri hamlesi, SSCB Büyükelçisi’nin çekilmesi, Montrö tartışmaları ve Marshal yardımıyla fiilen, 1952’de de resmen NATO’ya girdik.
Yani her iki ülke de hatalıydı...
O günlerde olan bitenin aslı, toplumun geniş kesimlerince daha bugünlerde, ABD canımıza kast edince anlaşıldı. Türkiye, Avrasya’da yepyeni bir dünyanın kurucularından olma yolunda. Komşularımızla ABD’nin bozduğu ilişkilerin düzeldiği bir döneme giriyoruz.
Ama şimdi de...
Bakınız, Rus komutanların YPG ile birlikte açıklamalar yapması ya da onları kazanmaya çalışması, ABD’nin elindeki kozu almaya çalışmak olarak ta yorumlanabilir, Rusya’nın YPG’ye bizim sınırımızda verilecek bir özerkliği desteklediği şeklinde de yorumlanabilir. Nitekim geçmişin “ördek gagası” haberi yapan kafaları, “gitti ABD, geldi Rusya” kışkırtmasıyla bu tarihi dönemi de ABD lehine sonuçlandırmaya çalışıyorlar.
Bu nedenle, her iki ülke yetkililerinin de tarihten ders alması gerek. Aleksadır Dugin bir yandan Türkiye’nin Avrasya birliğinin üç kurucusundan biri olması gerektiğini, Rusya’nın Türkiye ile birlikte ikinci İsrail’i önlemek istediğini söylerken... Diğer yanda Rus komutanı YPG/PKK flamasıyla Rus bayrağını yan yana asıp açıklama yaparsa, tarihten ders alınmamış demektir...

ŞOFÖR

Düşünün ki, yol bozuk, hava durumu kötü, yakıt az ama altınızda çok güzel bir araba ve gitmeniz gereken zorlu bir yol var...
Size çok iyi bir şoför lazım. Matematik bilmeli, ne kadar yakıtla ne kadar yol gideceğini, hangi rampada ne kadar güç harcayacağını hesaplayabilmeli. O işin mutfağından geliyor olmalı, yani yolda meydana gelebilecek arızaları giderebilme ya da arızayı doğru tespit edebilme yeteneğine sahip olmalı ki, tamircisini bulabilsin. Sosyal-psikoloji bilmeli yolcuları rahatlatabilmeli, bozuk ve sarsıntılı yollarda onlara güven telkin etmeli, milleti iyice paniğe sokmamalı...
Ya bizim şoför?
Turan Yavuz, şüpheli bir trafik kazasında ölmeden hemen önce yazdığı “Çuvallayan İttifak” kitabında, Tayyip Erdoğan’ın henüz milletvekili bile olmadan AKP Genel Başkanı sıfatıyla Bush ile yaptığı görüşmeyi anlatır: “Bush-Erdoğan’a: ‘Bakın siz de ben de dindarız, dindar olduğumuzu söylemekten de kaçınmıyoruz. Daha şimdiden çok kuvvetli bir ortak yanımız var. Irak konusunda bizim yanımızda yer alacaksınız değil mi? Saddam geri adım atmazsa ve biz de savaş kararı alırsak bu hususlarda bize yardımcı olacaksınız değil mi?’ Erdoğan, Bush’un sözlerinin çevirisini dinledikten sonra kısa bir süre düşünür ve başkana dönerek, görüşmeye girmeden önce öğrendiği İngilizce kelimeyi söyler; ‘Easy, Mr. President’ (kolay, Sayın Başkan).”
İşte her şey böyle başladı, öngörüsüzlük ve ehliyetsizlik sayesinde kolayca...
Geçen yıllar içinde ne duruma geldiğimiz ortada. 15 Temmuz’dan sonra Tayyip Bey işin rengini gördü ve ABD’nin hedefi de oldu. Koşulların zorlamasıyla bazı konularda attığı doğru adımları da görüyoruz. Görmekle yetinmiyoruz, doğru yaptığına doğru diyor, ABD’nin kumpaslarına karşı savunuyoruz...
Ama kardeşim...
Hâlâ anlamamış meseleyi. ABD ve İsrail bir yandan memleketi bölmeye çalışırken, bu da memleketin tapusunu diline doluyor. Yunanistan’dan açıklama yapıyor: “Lozan’ı güncellemek lazım.” Hukuk profesörü Yunan Cumhurbaşkanı’nın: “Anlaşma güncellenmez” demesi de yetmiyor. Ne yapacak anlamadım? Adaları mı verecek? Sakarya Savaşı’nı yeniden yapma olanağı olmadığına göre, anlaşma koşullarından hangisine razı değil? Böyle Cumhurbaşkanı mı olur?
Sayın Cumhurbaşkanı, önce kendisini bir güncellese de asıl problemi bir görse... Takmış kafayı Batı Trakya Müftüsü’nün seçimine... İşgal altındaki adalardan tek kelime edemiyor, Yunan Savunma Bakanı bizim adada bayram kutluyor, bu Müftünün derdine düşmüş...
Olmaz arkadaş, bu araba, böyle şoföre terk edilmez...