Kudüs’ten bölgeyi ve dünyayı karıştırmak (1)

Batı Asya’da kalıcı ve temel sorunların ana kaynağı İsrail-Filistin meselesidir. Bu sorun sahası çözülmeden bölgede ve Arap dünyasında sürekli bir barış ve istikrar asla tesis edilemez. Sorunların odak noktası ise Kudüs’tür. Kudüs’teki her olağandışı olay sadece yakın çevreyi değil bütün dünyayı sarsar! Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) İsrail’e tam olarak teslim olması, Mısır’ın muğlak bir çizgiye getirilmesi ABD’nin iştahını kabartmıştır. Başkan Trump’ın, BM kararları ve uluslararası hukuku göz ardı ederek Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasının nedeni Arap dünyasının etkili ülkelerinin ihanet çizgisine getirilmesidir. Ancak Trump’ın bu kararı almasında iç politik nedenler de rol oynamıştır. Derin devletin taarruzlarından bunalan Trump, Yahudi lobisine sığınarak ayakta kalmaya çalışmaktadır. Ama bu karar ABD’nin önüne ağır bir fatura çıkaracaktır.

MÜSLÜMAN DÜNYASINDAKİ DAĞINIKLIK

Müslüman ülkelerin dağınıklığı ve ortak politika üretmedeki yetersizliği ABD-İsrail ikilisini maceracı bir mecraya itmektedir. Kamuoyu önünde İsrail’i suçlayan ama kapalı kapılar ardında İsrail’in önünü ardına kadar açan birçok ikiyüzlü ülke, Filistin halkına en büyük kötülüğü yapmaktadır. İslam ülkelerinin, bölgedeki asıl ve gerçek tehdit olan emperyalizm ve Siyonizme gözlerini kaparken, İran ve Suriye’yi doğrudan, Türkiye’yi ise dolaylı olarak suçlaması tam bir ibret vesikasıdır. Trump ile kılıç dansı yapan gafiller, bu kılıcın İsrail için Harem-i Şerif’e saplanacağını bilemeyecek kadar hayat ve gerçeklerden kopmuştur. Bu fırsatçılar, Müslümanların ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’yı İsrail’in insafına terk edecek kadar maneviyatını kaybetmiştir.

HIRİSTİYAN-YAHUDİ MÜCADELESİ

Semavi dinler tarihi, bir ölçüde Hıristiyan-Yahudi çelişkilerini, çekişmesini, açık ve örtülü savaşlarını nakleden bir tutanaktan başka bir şey değildir. Bu iki dinin mensupları asırlarca kıyasıya bir mücadele içine girmiş, fırsat çıktığında birbirlerini boğazlamaktan çekinmemişlerdir. Hıristiyanlar her ne kadar sayısal üstünlükleri ve devlet gücü ile Yahudileri ezmek istemişlerse de Yahudiler kurulan Hıristiyan devletlerin karar mekanizmalarına bir şekilde sızarak denge kurmuşlar, tarihsel ve coğrafi olarak farklılıklar arz etse de belirli ölçülerde hak ve çıkarlarını koruyup kollamayı başarmışlardır.

FİLİSTİNLİLERİN GÜNAHI NEDİR?

Müslümanların, aslında bu kavganın dışında olup bütünüyle günahsız oldukları öylesine belirgindi ki İsrail’in ilk başbakanı olan David Ben Gurion’un (1886-1973) dönemin Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann’a (1895-1982) söylediği şu sözler bu gerçeğin altını çiziyordu: “Eğer bir Arap lider olsaydım, İsrail ile kesinlikle barış yapmazdım. Bu çok tabii bir şey; biz onların ülkesini ellerinden almışız... Doğru, biz İsrail’den gelmişiz ama 2000 yıl önce. Bu onlar için ne ifade eder ki? Anti-Semitizm, Naziler, Hitler... Bunların hepsi gerçek! Ama bunda Arapların suçu ne? Biz buraya gelmişiz ve onların topraklarını çalmışız. Bunu neden kabul etsinler ki!”
Hıristiyan dünyası, Yahudilere Arap coğrafyasında bir devlet alanı yaratarak, kendi sorununu ustalıkla İslam âlemine transfer etmiştir. Hıristiyanlar Filistin’de kurulacak bir Yahudi devletinin Müslüman ülkelerde büyük bir çalkantı ve sürekli bir istikrarsızlık yaratacağını çok iyi biliyorlardı. Böylece bir taşla birkaç kuş vurma imkânına kavuştular.
Ticari zekâları ve mali piyasalardaki olağanüstü yetenekleri nedeniyle baş edemedikleri Yahudiler için ayrı bir çatışma alanı yarattılar. Hıristiyan-Yahudi savaşını, Müslüman-Yahudi savaşına çevirdiler. Sürekli istikrarsızlık nedeniyle zengin hidrokarbon yatakları ile dolu Batı Asya’ya müdahale için kendilerine altın fırsatlar yarattılar. Müslümanları Yahudilere, Yahudileri Müslümanlara karşı kullanarak her iki tarafı da kendilerine bağımlı bir hale getirdiler. Bölgesel sorunları istismar ederek Arap dünyasında çatlaklar yarattılar. Böylece darmadağın olan Batı Asya’da diledikleri gibi at koşturdular. (Devam edeceğiz...)