Kültürel küreselleşmeye karşı üstadların yolu
Küresel kültürün toplumumuzda hemen her şeyi etkileyip değiştirdiğini söylemeye bile gerek yok aslında. Kendi ailemizdeki nesil farklılıklarına, kültürel konulardaki tercihlerin bazan taban tabana zıt olmasına bakarak, her gün bunu zaten görmekteyiz. Her neslin kendine ait bir kültürü olması kaçınılmaz ve bunun önüne de geçilemez. Fakat bu kuşak farklılıklarının, organik şekilde gelişip toplumu ileriye doğru götürmesi beklenir, normal şartlarda. Ama son 20 senenin “küresel kültür” saldırıları altında, sadece Türkler değil, küresel kültürü organize edip, başkalarına zorla kabul ettirmeye çalışan Batı toplumlarında bile, kuşaklar arasındaki farklılıklar artık kabul edilemez derecede olmaktadır.
Bugünkü yazımızda, geleneksel müziğimiz alanında, bu tür değişime ve küresel saldırıya karşı koyan rahmetli bir üstadımızla olan iki anımızdan yola çıkarak, gelenek nasıl korunur konusunda fikir belirteceğiz.
TANBURİ NECDET YAŞAR İLE YOLLARDA
Yazımıza konu olan değerli üstadımız, tanburi Necdet Yaşar’dır. Kendisi ile yaklaşık yirmibeş sene önce, Kültür Bakanlığına bağlı olan altı kişilik Türk Sanat Müziği grubu ile ABD’ye yaptığı turlardan birinde tanışmıştık. Ve yaklaşık bir ay boyunca, kendilerinin gönüllü şoförlüğünü ve rehberliğini yapmak şansına sahip olmuştuk. Birlikte Kaliforniya’nın güneşli yollarında günlerce araba sürüp sohbet edebilmiştik. Ama ondan da önemlisi, hem söylediklerinden hem de tavırlarından, eski neslimizin geleneksel kültürü ve yaşam tarzını nasıl geleceğe aktarabildiklerini ilk elden görebilmiştik.
Bu bir aylık turumuzdan edindiğimiz izlenimlerden sadece iki tanesini yazımıza konu yapıp, yüzyıllarca önce yaratılmış müzik kültürünün ve bestelerin bugüne nasıl aktarıldığını ifade etmiş olacağız.
Türkiye’nin en iyi Türk Sanat Müziği ustalarının yer aldığı grup ile bir konserden sonra, kaldığımız otele dönmekteydik. Oldukça başarılı geçen konsere rağmen, Necdet Hoca her zamanki sevecenliğinde değildi dönüşte. Nihayet yanında oturan müzisyen arkadaşlardan birine dönüp, biraz da kızarak şöyle dedi:
“Biz burada kimin temsilciliğini yapıyor, kimin müziğini çalıyoruz? Sen Nihavend makamından Kürdili Hicazkar makamına geçerken yaptığın o taksimde, sanki İspanya’nın Flamenko kültürünü sunuyor gibiydin! Biz Türküz ve bizim müziğimizde Flamenko tarzı olmaz, biz Türk müziği çalmalıyız.”
HER ŞEYİ BİRBİRİNE KARIŞTIRMANIN HAFİFLİĞİ
Bu eleştiriye hedef olan müzisyen arkadaşımız, bugünlerde Türkiye’nin en ünlü enstrumentalistlerinden olduğu için adını vermeyelim, ayıp olmasın. Ama kendisinin Türk müziği alanında bugünlerde yakaladığı başarıda, Necdet Hoca’nın bu tür eleştirileri ve yönlendirmelerinin ne kadar rolü olduğunu, kendisinin de kabul ettiğini düşünmekteyiz şimdilerde. Çünkü, küreselleşmenin ve ne idiği belirsiz bir “world müzik” akımının yeni başladığı o günlerde, bu genç arkadaşımız Türk müziğinin icrasına biraz Flamenko tarzı katmakta hiçbir sakınca görmemişti. Elbette bunu evinde çalarken yapmasında hiçbir sakınca olmazken, Kaliforniya’nın orta yerindeki bir Türk müziği konserinde, Türk müziğine İspanyol Flamenkosu katıp sulandırmasının yanlışlığını, üstad Necdet Yaşar hatırlatmak zorunda hissetmişti kendisine.
Geleneğin ve kültürün saflığının korunması konusundaki ikinci ders ise, doğrudan bizimle ilgiliydi. Yine aynı Kaliforniya konser turumuzda, biz şoför koltuğunda konser salonuna doğru yavaş yavaş gitmekteydik. Ortamı güzelleştirmek ve belki de Necdet Hoca’ya, bizim de müzikten biraz anladığımızı ifade etmek hatalı düşüncesiyle, arabanın kaset çalarından, İran’lı Muhammed Reza Shajarian’ın kasedini çalmaya karar verdik. İran’ın bu en ünlü şarkıcısı, Meşhed’in ve Horasan’ın bozkırlarından kopup gelen bir şarkı söylemekteydi. Zannettik ki Necdet Hoca çok zevkle bu şarkıyı dinleyecek ve bizim müzik zevkimizi de anlayacaktı. Ama onun tepkisi hiç de öyle olmadı ve hakiki bir Antepli deyişi ile:
“Canım benim, biz biraz sonra Türkiye’mizin klasik müziğinin bir konserini vermek üzere yoldayız. Şimdi kulaklarımızı ve beynimizi bu İran şarkıları ve makamları ile doldurursak, sahnede ne çalacağız? Sessizlik çok daha iyi olacaktır konser öncesinde.”
Bize yönelik bu uyarı ile, Shajarian’ın şarkısını kesmiş ve sessiz şekilde konser salonuna doğru yola devam etmiştik.
‘ÖNCE EKMEKLER BOZULDU’
GİBİ Mİ? Bu iki küçük ama hayatî önem taşıyan örnek ile söylemek istediğimiz şey, gelenek ve göreneklerimizin bin senedir öyle kolaylıkla korunmadığına işaret etmektir. Eğer Dede Efendi’nin bestelerini hala hemen hemen o günlerin tarzı ile çalabilmekteysek, Pir Sultan Abdal’ın deyişlerini beş yüz sene öncesinin edâsı ile söyleyebiliyorsak, bu kendiliğinden ve mucizevi bir şekilde olmuş değildir elbette. Aynen yukardaki örneklerde bahsettiğimiz Tanburi Necdet Yaşar hocamız gibi üstadların yaptığı koruma ve kollama sayesinde, o müzik kültürü bugüne ulaşabilmiştir. Özellikle de, müziğimizin ve diğer her şeyin temelindeki “usta-çırak” ilişkisi sayesinde, yüzlerce yıl önceki tavırlar, yorumlar ve beceriler nesilden nesile aktarılabilme şansına sahip olmuşlardır. Hindistan’daki “gharana” yani “ekol” sistemi de bizdekinden çok daha detaylı ve daha kısıtlayıcı şekilde, Hint müzik kültürünün tarih içinde doğru aktarımı ve giderek zenginleştirilmesine dair bir anayasa sayılır.
Toplumlar giderek dışarıya açılan ve binbir çeşit etkiye maruz bırakılan edilgen birimler haline getirilmektedir. Küreselleşme kültürü, sadece müzik, dans gibi sanat alanlarımızı değil, evde pişirdiğimiz yemeklerin çeşnisini, kadınlarımızın şişirilmiş dudaklarını, erkeklerimizin saç traşlarını ve sakallarının tipini, çocuklarımızın konuşma tarzlarını, giydiğimiz pantolanları, kısacası hayatımızın her alanını şiddetle etkilemekte. Eğer bir toplum ipin ucunu bir kaçırırsa, bir çorap söküğü gibi, her alanda kişiliğini ve toplumsal kimliğini, hem de tek bir nesil süresince kaybetme tehlikesine maruz kalabiliyor bugünlerde. O nedenle, artık ender olarak rastlayabildiğimiz değerli üstad Tanburi Necdet Yaşar gibi kültür koruyucularımıza, Türk kültürünün günümüze kirlenmeden aktarılmasına yaptıkları katkı için, minnet duyup örnek almamız gerekmektedir.