Kültürel sermaye el mi değiştiriyor?

Bir zamanlar Yeşilçam’ın istenen ve de arzu edilen bir konuma gelmemesinin belki de en önemli nedenlerinden biri, sinema alanının dışındaki sermayenin sinemaya kanalize edilememesiydi. Çünkü sinema, yani Yeşilçam, kendi alanı dışındaki sermayenin yatırım yapma gereksinimi duymayacağı kadar uzaklarındaydı. Gereksinme diyorum, bu lafın gelişi. Gerçek ise; sinema ile sinema dışındaki sermayenin birbirlerine güven duymamasıydı. Bu çift taraflı bir güvensizlikti. Sinema, dışardaki sermayenin belirli bir ticari başarı elde edildikten sonra yapımcılığa el atıp kendilerine güçlü bir rakip olmasından, dışardaki sermaye ise, sinema alanı yatırım yapılamayacak denli güvensiz oluşundan aralarındaki ilişkiyi bir türlü flört evresine getiremediler.
Bilindiği gibi dışardaki sermayenin sinemaya ilk girme teşebbüsü, 1953-54 sırasında Vedat Nedim Tör’ün isteği üzerine Yapı Kredi Bankası ile olmuştu. Vedat Nedim Tör, eşi nedeniyle akraba olduğu Ali İpar’ın ilk renkli Türk filmi Salgın’ı çektiği sıralarda bu öncülüğü ona vermemek için harekete geçmiş, bankayı devreye sokarak Muhsin Ertuğrul’la yine ilk renkli Türk filmi olma iddiasındaki Halıcı Kız’ı çevirmesini teklif etmiştir. Tabii ki filmin sermayesi Yapı Kredi’den, senaryosu da kendisinden olmak kaydıyla... Ama film; hem acelecilik yüzünden hem Vedat Nedim Tör’ün -o dönemdeki tüm eleştirmenlerin ağız birliği yaparcasına yerin dibine soktuğu çok kötü senaryosu nedeniyle, istenen sonucu vermeyerek bir düş kırıklığı yaratmıştır.
Salgın ile birlikte ilk renkli Türk filmlerinden biri sayılan Halıcı Kız’ın ticari ve de sanatsal başarısızlığı, hem Türk sinemasında yabancı sermayenin sinemaya kanalize olmasının yollarını kesmiş, hem de sektörün renkli filme geçme isteğini uzun yıllar ertelemesine yol açmıştır.
Günümüzde ise kültürel sermayenin hem yeterli olup olmadığı, hem de var olanın yön değiştirip politik kaygılar nedeniyle kullanılma isteğinin ağır bastığı tartışılmaktadır. Kültürel sermayenin kaynağına inilip kimler tarafından hangi filmlere, kurumlara, festivallere, vakıf, dernek, kurs ya da bunlar gibi mecralara kanalize edildiği araştırılıp sorgulandığında ne yazık ki ortaya pek hoş olmayan durumlar çıkmaktadır. Bizlerin yalnızca festivallerde ve de film destekleme fonlarında sınırlı sandığımız bu durum, aslında sanıldığından da çok büyük ölçeklerde sinema alanını kuşatmakta, bu alanın belirleyicisi olma isteğini yansıtmaktadır.
Kültürel sermayenin paylaşımından, dağıtımından, desteğinden ya da yönlendirilmesinden kaynaklanan durumların hangi boyutlarda ve yönde olduğunu algılamak için yalnızca siyasal iktidara yakın yerel yönetimlerin üstlendiği festivallere ya da destekleme fonlarının dağıtıldığı kişi ve kurumlara değil, aynı zamanda tüm bunlara karşıymış gibi görünen ama bundan eskisi denli pay alamamanın sancılarını çekip söz ona sinema sektörü adına atağa kalkar gibi görünen kimi gruplara da bakmak gerek.
Sanırım kültürel sermayenin paylaşımından kaynaklanan tartışmalar önümüzdeki günlerde -özellikle de festivallerde- karşımıza çıkacak, yine bir dizi istenmeyen olaylara yolaçaacaktır. Ama hemen belirtelim, bu tartışmaların büyük bir kısmı, politik görünümlü kültürel sermayenin sinema ortamını baskı altına almasından daha çok, ekonomik ağırlıklı yararlanma çizgisinde olacaktır...