Kurban

Her tarafı yırtık ve yamalı elbisesinin kumaşı artık derisiyle bütünleşmiş gibiydi, sivrisinekler bile pantolonun üzerinden sokuyordu. Sahi nasıl sineklerdi onlar öyle, üniformanın üzerinden, ilmiklerin arasından sokarak deri altındaki damarı bulup oradan kan emen maharetli ve sivri iğneleri vardı... Bazen sivrisineği öldürmeden önce yaptığı sondaj çalışmasını hayranlıkla izlerdi.
Şu anda pançonun altından sıyrılan sağ ayak bileğinin, postalın boğazı ve pantolunun lastiği arasında kalan ve çorapla kapalı olan en çok iki santimlik yerinde hissettiği acı, bu türlü bir sondaj çalışmasına ait olmalıydı.
Ayağını hızla salladı ve tekrar pançonun içine çekti. Gözünü bir türlü açamıyordu, çünkü kafasını pançonun dışına çıkardığı anda güneş ışınları bir iğne gibi göz bebeklerine saplanıyordu. Saat daha yeni 11 olmuştu, ama güneş yakıyordu, “en az kırk derece” dedi içinden, pançonun altından çıkmadan saatindeki ısı göstergesine bakmaya çalıştı, olmadı...
İnatla kalktı ayağa, daha birkaç saat önce yatmıştı, saatin termometresi 38 dereceyi gösteriyordu, öğleden sonra bu kırk dereceyi geçecek ve dudaklarını çatlatan o kupkuru rüzgârın çıkmasına bile sevinecekti... Geceleri keşif ve pusu görevi yapıyor, sabah gün ışıdıktan sonra da geçici üs bölgesinde, ufka iz düşürmeden gözetleme yapıyor ve istirahat ediyorlardı. Ama havanın sıcaklığı yüzünden en çok 3-4 saat uyuyabiliyorlardı, çünkü bulundukları yerde kafalarını sokabilecekleri bir çalı gölgesi bile yoktu.
Yavaşça doğruldu, etrafına bakındı, hemen birkaç adım ötesindeki habercisinin elindeki konserveyi gördü. Bir telaşla tekrar saatine baktı, arife günüydü bugün ve habercisine seslendi: “Ne o elindeki konserve?” Haberci cevapladı: “Dana eti komutanım...” “Açtın mı’’ diye sordu endişeyle. Asker: “Hayır Komutanım, bu sonuncu isterseniz size vereyim...” Eliyle yanına çağırdığı askerin elindeki dana eti konserveyi alıp kenardaki kayanın üzerine koydu ve: “Hemen timdeki bütün dana eti konserveleri topla” dedi. Asker şaşkın şaşkın baktı, ne olduğunu anlamaya çalıştı önce, ama komutanının sert bakışlarını fark edince vazgeçti. Hızla verilen emri yapmak için uzaklaştı. İçinden “umarım hepsini bitirmemişlerdir” diye geçirdi komutan...
Ertesi gün...
Sabahın ilk ışıkları henüz kavurucu etkisini göstermeye başlamadan önce, dağın batı yamacını kaplayan kavurma ve çay kokusuna telsiz sesleri eşlik etmeye başlamıştı:
- Kobra-6, Kobra...
- Kobra-6 dinlemede...
- Aslanım benim, yiğidim... Hepinizin bayramını kutluyorum, gözlerinizden öpüyorum, bu topraklar fedakârlıklarınızı unutmayacak...
- Sağ olun komutanım, vatan sağ olsun... Bütün Kobra-6 personeli de sizin bayramınızı kutluyor, herhangi bir vukuat yok biz çok iyiyiz...
- Kobra-6, Kobra-1
- Kobra-6 dinlemede...
- Bayramınız kutlu olsun kardeşim, hepinize kolay gelsin.
- Sağ olun komutanım, biz de burada bayram yapıyoruz...
Ve... Sırasıyla ana üs bölgesinden Kobra-2 ve Kobra-5, başka bir bölgede aynı görevi yapan Kobra-3 ve Kobra-4, arkasından bölük astsubayı dağdaki komando timinin kurban bayramlarını kutladılar...
Tim komutanı astsubay ve tim personeli sırayla sarılıp kucaklaşmaya, bayramlaşmaya başladı yemekten önce... Herkes sanki abisiyle, kardeşiyle bayramlaşıyordu. Kiminin gözleri buğulu, kimi çakmak gibi, kimi Çukurova’dan, kimi Torosların yaylalarından gelmiş, İstanbul’da büyüyeni, Ağrı’da kazma sallayanı hep bir olmuş... Kılıçtan keskin 20 Mehmetçik, karlı dağ doruklarının, nazlı beyaz bulutlarla kucaklaşması gibi sarıldılar birbirlerine.
Sonra oturup topluca zaten kavrulmuş olan dana eti konservelerin, alüminyum aş kapları içerisinde ateşte ısıtılmasından ibaret olan bayram kavurmasını yediler. Bin yıllık bayram geleneğiydi. Nöbetçilerin hakları ekmek arasında mevziilerine taşındı soğumadan... Daa sonra tim komutanı, birer birer dolaştı nöbet mevziilerini dizlerinin üzerinde kucaklaştı her biriyle, sonra timin diğer üyeleri...
Beytüşşebap’ta çok uzunca bir süredir taze et yemiyorlardı. Çünkü üs bölgelerie ikmal yapmak başlı başına sorundu. Helikopter azdı, rakım, sıcaklık ve çatışma da bu uçuşları daha da azaltıyordu. Bazı üs bölgelerinin ağırlıkları bile kilometrelerce katır sırtında taşınmıştı. Yine öyle bir dönemdi. Sadece barbunya pilaki ve bayram sabahı sonuncusunu yedikleri dana eti konserve kalmıştı ellerinde. Üs bölgesindekiler için de durum aynıydı, belki oradaki dana eti stoğu biraz daha fazlaydı o kadar... Tim komutanı son konserveler tüketilmeden onları toplatmış ve bayram sabahı alüminyum aş kaplarının içinde pişirerek bayram yemeği yapmıştı.
Çok değil belki yirmi dakika sürmüştü, ama yirmi dakikalığına da olsa bayram gelmişti Tahtereş’in amansız kayalıklarına. Sivrisinekler saldırılarına ara vermiş, güneş sanki biraz ağırdan almıştı yükselişini ve dağın gölgesi sanki daha uzun süre örtmüştü bu yirmi yiğidin üzerini. Bayramdı çünkü...
Bayram için değil miydi bu kadar kurban, memleket bayram etsin diye vermemiş miydi kendini bu kadar şehit... O gün kavurma kokusuyla yamaçlara yayılan sevinç gelecek bayramların muştusuydu.
Bayramlar geliyor Türkiye’ye... Emperyalizmin zincirinden kurtulacağımız, yeni bir dünyayı ellerimizle inşa edeceğimiz, zor ama bayram gibi mücadele günleri geliyor... Ta bundan 28 yıl önce o kıraç dağ yamaçlarının bayram yerine dönüştüğü gibi...

ŞEYTAN TAŞLAMA

Tarih, 13 Ağustos Pazartesi.
Yer, Nevşehir askeri gazinosu...
Büyük bir yer, yaklaşık on katlı bir konaklama ve yemek için restoran bölümü... İl jandarma alayına bağlı. Yani en tepe sorumlu, alay komutanlığı.
Bir yıldan uzun bir süredir alay komutanlığının emriyle alkollü içki satışı yok... Şahsen aldığım bilgiyi nöbetçi subay teyit etti ve tesis müdürüne yönlendirdi.
Derdim, işin aslını öğrenmek, çünkü bu radikal uygulama yönetmelik ve yasaya aykırı...
Odasına girdiğim sivil giyimli komutan, bana “böyle bir yasak olmadığını” söyledi. “O halde bana bir servis açılabilir mi” diye sorduğumda ise biraz durakladıktan sonra “dış alıma çıkıldığını, ihale aşamasında olunduğunu” söylüyor. Hiç inandırıcı değil... Bir yıldan uzun süredir devam eden bir ihale süreci?
Bundan birkaç gün sonra Ankara Güvercinlik askeri tesislerinde de durum aynıydı, içki satışı yasaklanmıştı. Kayseri Orduevi restoranında uzun süredir içki satışı zaten yapılmıyordu.
Bir arkadaşımla bunları konuşurken, “onlar da bir şey mi” dedi, “geçen gün Harp Okulu mescidinde, namazı hangi grubun imamı kıldıracak diye kavga çıktı öğrenciler arasında...”
Kulaklarıma inanamıyorum.
Vatan savaşında her türlü desteği, yeri geldiğinde canımızla vereceğimizi defalarca kanıtlamış bir Türk askeri olarak İçişleri Bakanı’na soruyorum: Bir alay komutanı “ihale süreci” bahanesiyle işi kılıfına uydurup kanuna hülle yaparak, içki satışını yasaklayabilir mi? Bir alay komutanı böyle bir emir vermedi ise sıradan bir içecek alım ihalesinin bir yıl sürmesi normal midir? Ankara Güvercinlik Eğitim Merkezi Komutan’ına ve Kayseri Orduevi kimlere bağlı ise onlara da soruyorum: Nedir bu içki yasakları? Bir de Harp Okulu Komutanına: Bu kavga doğru mu? Eğer doğru ise sonucunu merak ettik, hangi cemaatin imamı kıldırmış namazı?
Yahu neler olduğunun, başka bir radikalizmin FETÖ’nün yerini almaya çalıştığının farkında değil misiniz? Bir 15 Temmuz atlattık, bir şey ifade etmiyor mu? Orduevlerinde şeytan taşlama standları da kurulacak mı, onu merak ediyorum.
Ben bu soruları sormayı, FETÖ ve PKK ile dişe diş mücadele ederek hak etmiş bir asker ve vatandaşım, ilgililerden cevap bekliyorum... Ve unutulmasın, bir yandan PKK ve FETÖ ile mücadele ederken, başka etiketli bir dini radikalizmin ordumuzu kaplamasına izin vermeyeceğiz.

TERCÜME HATASI

Kısa anlatacağım...
Biz, “ABD’nin derdi ne Banka Müdürü ne Papaz, onun derdi doğrudan Türkiye’yi hedef ülke konumuna koymak. Erdoğan düşmanlığı ile politika yapanlar ABD’nin yanında konumlanıyorlar, herkes durduğu yere iyi baksın” dedikçe... Bunlar: “Ama siz de ABD’yi bahane ederek Erdoğan’a destek veriyorsunuz, aslında ABD’nin asıl ortağı Erdoğan” diyorlardı...
Geçenlerde CIA ajanı ve PKK açılımının mimarı Henry Barkey açıkladı: “Erdoğan gitmeden olmaz...” FETÖ kaçaklarıyla birlikte yapılan Türkiye konferansının ana fikri şu idi: “Artık Erdoğan ve ABD ilişkileri için geri dönüş yok Erdoğan gitmeli...”
Bunu da anlamayan varsa...