Küresel bankacılık ve geleceği

Dünya Bankası tarafından 6 Kasım’da yayınlanan “Bank Regulation and Supervision a Decade after the Global Financial Crisis” başlıklı*; uluslararası danışmanlık firması McKinsey’in Ekim 2019 tarihli “2019 Küresel Bankacılık Görünümü/ The last pit stop? Time for bold late-cycle moves McKinsey Global Banking Annual Review 2019”** raporlarında yer alan, küresel bankacılık sistemiyle ilgili “ortaklaşa/tamamlayıcı” hususları bugünkü yazımızın konusu yaptık.
DÜNYA BANKASI DEĞERLENDİRMELERİ
“Küresel Finansal Gelişim Raporu 2019/2020: Küresel Finansal Krizin On Yıl Sonrasında Bankaların Düzenlenmesi ve Denetlenmesi” başlıklı rapor, bankacılık sektöründeki “piyasa disiplini” ve “sermaye düzenlemesi” başlıklı ikili temel taşıyıcının, 2008 krizden bu yana nasıl evrildiğini gösteren on yıllık veriler ve analizler sunmaktadır.
Rapora göre küresel finansal krizin on yıl sonrasında, gelişmekte olan ülkeler, bankacılık sistemlerinin “dayanıklılıklarını arttırmak” için “asgari sermaye yeterliliklerini”*** arttırdılar. Ancak bu aşamada bile ülkeler, halen iyi işleyen bir bankacılık “sisteminin bilgilerini yeterli düzeyde” açıklamadıkları gibi, “yeterli denetleme kapasitesine” de sahip değillerdir.
Küresel olarak, bankacılık düzenlemelerinin, kriz sonrasında daha “karmaşık” hale gelmiş ve “şeffaflığının azalmış” olduğunu vurgulayan rapor, “tek bir kalıbın tüm küresel sisteme uymayacağını” ve “gelişmekte olan ülkelerde daha az karmaşık düzenlemelerin” daha iyi uygulama ve denetleme sağlayabileceği çıkarımını yapmaktadır. Düzenlemelerin bir ülkenin kurumsal ortamı, denetleme kapasitesi ve bankaların iş modeli dikkate alınarak tasarlanması tavsiye edilmektedir.
159 ülkedeki 20.000 bankaya ait veriler, “sermaye yeterlilik oranlarındaki” finansal krizden bu yana, yukarıda da belirttiğimiz “iyileşmeye” işaret etmektedir. Ancak bu düzelmede, “risk ağırlıkları daha düşük sermaye kategorilerine” geçişin büyük etkisi olduğu da belirtilmektedir. Böylesi bir gelişmenin, olası bir finansal kriz için bankaların taşıdığı “potansiyel kırılganlıkları” net göstermemesi ve reel ekonomiye bankaların verdiği desteği sınırlandırması gibi sonuçlarının göz ardı edilmemesi gerekir.
MCKINSEY RAPORUNDA YER ALAN GÖZLEMLER
Söz konusu raporda yer alan 2018 yılı rakamlarına göre, “kredi büyümesinin küresel ekonomik büyüme sayısının altında” kalarak, son 5 yıl içinde en kötü performansın izlendiği yıl olmuştur. Saniyen 2013 yılına göre “banka kârlılıklarının”, hem gelişmiş ülke hem de gelişmekte ülkelerde “düşüşte” olması; öz kaynak kârlılığının yüzde 17’den 10,5’a ve yıllık gelir artış oranının yüzde 17’den 4’e gerilemesi olguları, sektörün olumsuz parametreleri olarak değerlendirilmektedir.
Bu bağlamda raporda yer alan, küresel ölçekte “bankaların yüzde 60’ının öz kaynak karlılığının öz kaynak maliyetinin altında” olduğu gerçeği ve bu durumun olası bir ekonomik yavaşlamada bu bankalar için sorun yaratacağının vurgulanması, dikkat çekici olduğu kadar “kaygı verici” olarak değerlendirilmektedir.
Anılan ve göreceli olarak olumsuz sonuçların oluşmasında, bankacılıkta “dijitalleşmenin getirdiği aracısızlaştırma” yoluyla “düşen komisyonların” yarattığı “gelirlerde düşme” başat âmil olarak görülmektedir. Bunun yanında, bankacılığa giren yeni oyuncuların – fintek**** ve büyük teknoloji şirketleri - sunduğu nitelikli müşteri hizmetleri nedeniyle (özellikle bireysel bankacılık, varlık yönetimi, tüketici finansmanı konularında), bankaların yaşadığı “müşteri kaybının” da etkin rol oynadığı belirtilmektedir. Bu bağlamda, söz konusu bu üç “müşteri odaklı bankacılık” dallarındaki işlemlerden bankacılık kârlarının, McKinsey’in tahminine göre sektörün toplam kârının yüzde 45’ini oluşturduğu göz önüne alındığında, fintek şirketleri yoluyla beklenen “tehdidin” boyutunun ne kadar “büyük” olduğu anlaşılmaktadır.
McKinsey’in raporunda, bankaların azalan kârlılık ve yükselen rekabet ortamında izlemeleri gereken “yol haritası” hakkında da öneriler yapmaktadır. Öncelikle bankaların yeni teknolojilere atik ve hızlı bir şekilde uyum sağlayıp, iş odaklarını “müşteriye değer yaratma” üzerine kurgulaması tavsiye edilmektedir. Bu bağlamda, “açık bankacılık (open banking)”***** ve fintek işbirlikleri yoluyla, bankaların ürün/hizmet portföyünü genişletmesi önerilirken, bu yolla, sadece kendi ürünlerini değil farklı ürün/hizmetleri de sunan bir “ekosistem” yaratmasını sağlayabilecekleri belirtilmektedir. McKinsey’in ölçümlerine göre zaten, piyasa lideri olarak tanımlanan ve dünya üzerinde bankacılık kârının neredeyse tamamını yakınını gerçekleştiren bankaların yüzde 80’i “finteklerle işbirliği içinde” çalışmaktadır.
Raporda, “açık bankacılık” tarafında dünya genelinde önemli gelişmeler olduğunun üzerinde durularak, üç kategoride ülkelerin açık bankacılık ve bununla ilgili mevzuat durumları özetlenmiştir. Buna göre ilk bölümdeki ülkeler, henüz daha inceleme ve taslak mevzuat üretme aşamasında; ikinci bölümdekiler, mevzuatını açık bankacılığa uyum sağlama aşamasında; üçüncü bölümdekiler ise, açık bankacılık için yetki belgelerini vermiş durumdadır. Örnekleyecek olursak Türkiye, ABD, Singapur, Rusya, ilk aşamadaki ülkeler arasında nitelendirilirken; Hong Kong, Çin, Brezilya ve Güney Afrika ikinci aşamada; İngiltere, Almanya, İsveç, Finlandiya ve BAE ise, hâlihazırda açık bankacılığı uygulayan ülkeler arasında sayılmıştır.
SONUÇ YERİNE
Görüldüğü gibi, birbirini tamamlayıcı nitelikteki iki rapor da, “geçmiş yılı bankalar için olumsuz bir yıl” olarak tanımlarken, önümüzdeki yılların oldukça rekabetçi ve zor koşullarda geçeceğini vurgulamaktadır. Bu çetin koşullar içindeki yarışı, teknoloji ve üçüncü taraflarla işbirliği (açık bankacılık) yoluyla “daha çok müşteri odaklı ve müşteriye değer yaratan” bankalar kazanacaktır.
Ülkemiz bankacılığı konusunda da, ülke bankacılığının, bankacılığın bu yeni modeline “mevzuat ve altyapı olarak hazırlanması” gerektiğini söyleyebiliriz. Mevzuat tarafında, hâlen üzerinde çalışılan “uzaktan hesap açılışı/müşteri tanıma, bulut bilişim ve açık bankacılık” gibi iş modellerinin kısa zamanda yürürlüğe sokulmasını gerektirmektedir. Tabii ki bu konuda en büyük görev BDDK’na düşmektedir. Bu yeni kanallar, hem bankacılığa erişen nüfusu arttıracak, hem müşteriye sunulan ürün/hizmetleri iyileştirecektir.
Bu bağlamda, son zamanlarda piyasada faiz ve döviz fiyatları oluşturma yönünde “aktif oyunculuk” ve kamu yatırımlarının yüklenicilerine “finansman temini” görevi verilen kamu bankalarının, böylesi bir teknik konuya zaman ve kaynak tahsis edebilmeleri yönünden tereddütlerimiz bulunmaktadır.
Özel sermayeli bankalarımızın da, mevcut teknolojik “altyapılarını daha esnek bir yapıya” dönüştürmesi ve maliyetlerini düşürmek amacıyla “fintekler ile işbirliğine” gitmesi”kârlılık”, yeni “müşteri kazanımı” ve mevcut “müşteri ilişkilerinde derinleşme” başlıklarında faydalar getirecektir.

(*): “Bank Regulation and Supervision a Decade after the Global Financial Crisis”, The World Bank, 6.11.2019,https://openknowledge.worldbank.org/bitstream/handle/10986/32595/9781464814471.pdf
(**): “The last pit stop? Time for bold late-cycle moves McKinsey Global Banking Annual Review 2019”, McKinsey & Company, Ekim 2019, https://www.mckinsey.com/industries/financial-services/our-insights/global-banking-annual-review-2019-the-last-pit-stop-time-for-bold-late-cycle-moves
(***): Bir bankanın sermayesi/öz kaynaklarının, aktifindeki/elindeki “risk ağırlıklı varlıklara” oranıdır.
(****): Fintek (fintech), “finansal teknoloji” kelimelerinin ilk hecelerinin kısaltmalarından oluşur. Finans hizmetlerini teknoloji ile birleştirerek mobil ödeme, gelir gider takibi, para transferleri, kredi ve kitlesel fonlama benzeri ürünlerle ilgilenir.
(*****): Açık bankacılık; üçüncü parti kurumların, müşterilerin finansal bilgilerine erişebildiği güvenli bir bankacılık modelini temsil etmektedir. Bankalar tarafından tutulan müşteri finansal bilgilerinin (ödeme tutarları, yapılan harcama bilgileri, düzenli ödenen faturalar vb.) müşteriler tarafından verilecek izinler doğrultusunda üçüncü partilerin (fintek firmaları) kullanımına açılarak, müşteri yararına çeşitli hizmetler sunulması uygulamasına “açık bankacılık” denilmektedir. AB’nin 13 Ocak 2018 tarihinde uygulamaya soktuğu “İkinci Ödeme Hizmetleri Direktifi (Second Payment Services Directive 2-PSD2)” ile üçüncü parti servis sağlayıcıları, müşterilerin izni ile müşteri bilgi girişlerini yaparak ödeme işlemlerini gerçekleştirebilmektedir.