Küresel romanı mı hiper romanı mı?
Flaubert’in roman dünyasına sıklıkla döndüğümde gözlediğim şudur: Güncelliğini hâlâ koruması. Bunu da romanlarında yansıttığı gerçekliklerle düşünce biçimde gözleyebiliriz.
“Yüksek sanat ilmî ve gayrişahsidir,” diyen Flaubert; romancıya ders olabilecek bir bakışı da dile getirir: “İnsan ruhu fizik bilimlerindeki tarafsızlıkla mütalâa edilmelidir.”
Flaubert, kapitalizmin filizlenip modern dünyanın kurulduğu bir dönemde yazıyordu. Fransız taşrasında (Rouen) yaşasa da; insana ve topluma dair çağındaki değişimi ustalıkla gözleyen biriydi.
Ondaki bilimi (hatta siyaseti) önde tutan bir bakış anlatıcı olarak neyi/neden/nasıl anlatmak gerektiği bilincini de yapıtlarına yansıtıyordu.Victor Hugo, Balzac, George Sand, Turgenyev, Henry James gibi yazarların çağdaşı ve dostu olduğunu düşünürsek; döneminin “küresel romancı”sı tanımını ona verebiliriz.
Öyle ki; Flaubert şu yapıtlarıyla bugünün dünyasında, roman/kurmaca sanatı adına çok şey söylediğinin altını çizmek isterim.
“Madame Bovary” (1857) günceldir; yozlaşma, değersizleştirme, kopuş ve sürükleniş kavramlarının insan-insan, insan-toplum ilişkilerinde ne boyutta olduğunu gösterir bize. Geleneksel olanla dinsel olanı karşılaştırdığında ise ahlak çöküntüsünün nedenselliklerini saydam biçimde yansıtmasıyla belleklere kazınır.
“Salammbô” (1862) ise tarihseli güncel kılanın ne olduğunu görebilmemiz açısından bize yeni bir bellek sunduğu için günceldir.
“Duygusal Eğitim” (1869) savaşlar çağının derin travmasını yaşayan toplumun/dünyanın en derin açmazı olan sevginin insanlığa neden/nasıl gerekliği olduğunu hatırlatması bakımından günceldir.
“Ermiş Antonius ve Şeytan” (1874) bir zamane sorgusudur. Akıl çağında her türlü bağnazlığın sorgusunu yapıyor. Yeni çağın inancını, geleceğin bakışını, Avrupa düşüncesinin bir adım daha neden ileri gitmesi gerektiğini anlatıyor.
“Üç Hikâye”nin (1877) üç farklı dönem gerçekliğini yansıtan öykülerinin bize çağrısı da; insani olanı değersizleştirme çabası eninde sonunda zaman çarkında un ufak oluyor bakışıdır.
“Bilirbilmezler” (1881) zamane budalalığını var eden her bir şeyin insan yaşamını nasıl trajikleştirdiğini göstermesi açısından günceldir.
Üstelik, “Bilirbilmezler” romanını kurarken kalem aldığı “Yerleşik Düşünceler Sözlüğü” de onun dünyaya, evrene eleştirel, bir o kadar da ironik bakışının protest metinleri/aforizmaları olarak çıkar karşımıza.
Der ki; budalalık çağı bağnazlık, yıkıcılık, telâş v ehız çağıdır, parıltısına aldanmayın.
İşte Flaubert bu noktada bize hem küresel hem de hiper romanının nasıl oluşabileceğinin ipuçlarını verir.
Unutmayalım ki onun edebi yoğunluğunun yaşandığı dönem darbeler ve ayaklanmalar çağıdır:
*1830- Devrimi Fransa’da Bourbon Hanedanlığı’nı yıkarken, yeni bir dönemi de başlatır.
*1848- 22 Şubat, Paris Komünü Fransa’da Cumhuriyet’in önünü açar.
*1851- 2 Aralık, Hükümet Darbesi
*1871- Paris Komünü sanayi devriminin yansımalarını bütün Avrupa’ya taşıyacaktır.
Flaubert, Balzac, Stendhal, Zola işte böylesi yangınlar/devrimler çağında romanlarını yazmaktadırlar. Çağın değişimi, toplumsal enerji ister istemez onların roman dokularına yansımıştır.
Balzac ne kadar “hiper roman” yazıyorduysa, Flaubert de “küresel roman”ın ilk nüvelerini yapıtlarına taşıyordu. Buradaki bakışıyla da modern romana yeni bir biçim/söylem getiriyordu. Kafka’nın, Joyce’un, Thomas Mann’ın sesinin kurulabileceği bir düzyazı iklimini var ediyordu Flaubert.
Sanırım yeni zamanı romanına buradan bakarak yol almak gerekecek…