Küresel Salgın ve 'Biz' (1): Tanımsızlaşan Toplum *

Geçen gün bir dostumla konuşurken ona “Bizim Adımız Kriz” (Our Brand is Crisis”) filminden söz etmiştim. O da, bizim, ülke olarak giderek Latin Amerikalılaştığımızı söylemişti.
Bu benzeşme belki birçok alanda olabilir, ama gündelik siyasetin biçimlenmesinde sanki küresel kapitalizm daha egemen.
Onun aradığı şey dünyanın yeni kaynaklarını elde etme (ki buna “yetişmiş insan” da dahil), kendine bağımlı kılabileceği ülkeleri küresel şirket gibi yönetme.
Bunun başlangıç noktası ise elbette ki ülke yönetimlerini belirleyen siyaset. Eğer bunu ele geçirip biçimlendirebilirse, ardına her şeyi yapabilir. Ekonomi, eğitim, adalet sistemi, dış politika, kaynakların kullanımı, vb.
Bir Hollywood filmi böylesi bir gerçekliğin tüm yüzünü anlatmasa da; çağrıştırdıkları önemliydi bence.
Hele hele ülkemizin giderek tanımsızlaştırıldığı bir süreci yaşadığı 2000’li yılların siyaset ve ekonomi dünyasında bunun her bir örneğini görmenin ötesinde, birebir yaşamış olmamız bir rastlantı değil.
Her insan gibi her ülkenin de bir hikâyesi vardır. Bu anlamda Anadolu bir baştan bir başa anlatılar çıkarılabilecek denli zengin. Ulus-devlet olma sürecimizin simgesi Cumhuriyet’in hikâyesi ise işte tüm bu toplum/kültür katmanlarını ele alıp anlatmak için bize o bilinci aşılamıştır. Yani çağdaşlaşma bilinci.
Başlayan ve süren bu hikâyenin kesintiye uğratılmasını “dış güçler” sendromunda görmek yerine, ülkenin kendi insanının bu öyküye sahip çıkamamasına bağlıyorum öncelikle.
Bu da ister istemez bize “neden” sorusunu sorduruyor.
Çağdaşlık bilinci bize düşünen insan bilincinin kapılarını aralamıştır. Yadsıyabilir miyiz bunu?
Peki, Pascal’ın şu düşünceleri üzerine düşünürsek, acaba şu küresel salgının bizi sarmaladıklarını daha iyi kavrayabilir miyiz acaba?
1600’lü yıllarda şunu yazıyordu Pascal:
“İnsanın düşünmek için yapıldığı muhakkaktır. Tüm itibarı, liyakati düşünmededir ve tüm görevi de doğru düzgün düşünmektir. Gelgelelim düşüncenin düzeni şudur: kendisi üzerine düşünme, faili üzerine düşünme, ereği üzerine düşünme.
Peki. Ama insanlar ne hakkında düşünürler? Bunlar üzerine düşünmezler de dans etme, ud çalma, şarkı söyleme, mısra düzme, mızrak oyunu hakkında düşünürler; dövüşmek ve nasıl kral olabilecekleri üzerine kafa yorarlar, ama kral olmanın veya insan olmanın ne olduğu üzerinde düşünmezler.” (*)
Sanırım bir toplumu tanımsızlaştırmanın asıl yolu da bu düşünememezlikten geçiyor.
Ne dersiniz, bugün nasıl bir toplum olduk sizce?