Küreselleşme ve ulus devlet bir arada var olabilir mi?

Kurulu düzen tel tel dökülüyor ve düzenin efendileri başta olmak üzere bütün dünya bu durumun farkında.

Sistemin can suyu olarak kabul edilen petrol fiyatlarındaki gerçeküstü dalgalanma, Dünya Sağlık Örgütü başta olmak üzere uluslararası kuruluşların yanı sıra Avrupa Birliği ve NATO’daki işlevsizlik ve emperyal merkezlerdeki yönetimsel karışıklıklar (Örnek, ABD’de merkezi ve yerel hükümetler arasındaki anlaşmazlıklardaki yükseliş), eksik yazılmış bir bilgisayar programının çöküşünü andırıyor. Sistemin ekranındaki ışık cılızlaşmış, yazılar birbirine girmiş durumda.

İnsanlığın önünde iki seçenek var, ya düzenin temsilcilerine kontrolü bırakmaya devam edip, birkaç 10 yıl daha hastalıklı bir programın ayakta kalmasına izin verecek ya da örgütlü bir tekmeyle masayı devirecek ve yeni bir düzen kuracak.

Önümüzde örgütlü bir tekmenin nasıl vurulacağı kadar yıkılan programın yerine ne koyacağız sorusu da durmakta.

Bu bağlamda, salgın sonrası dünya öngörülerimizi ve önerilerimizi paylaştığımız, bu köşede yayımlanan makalelere yurtiçi ve yurtdışından eleştiriler geldi.

Eleştirileri iki başlık altında toplamak mümkün:

1.Var olan sistemin parçası olan ve masada bulunanlardan azımsanmayacak ölçüde yararlanan Çin, neden sistemin fişini çekip masayı devirmek istesin?

2. Yeni düzende, küreselleşme ve ulus devletler arası ilişki nasıl düzenlenecek? Yeni düzende, küreselleşme ve ulus devletlerin bir arada yaşaması mümkün mü?

Aralarında neden-sonuç ilişkisi bulunan soruları sırasıyla cevaplamakta yarar var:

ÇİN SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ İSTİYOR MU?

Çinli yetkililerin icraat ve açıklamalarından sermayenin ve malların serbest dolaşımı başta olmak üzere küreselleşen dünyadan memnun olduklarını anlamak güç değil.

Pekin yönetiminin küreselleşmeyi eleştirdiği noktalar ise Batı merkezli bir işleyişe sahip olması ve devletlerin eşitliği ilkesine aykırı olarak, bir baskı aracı olarak kullanılıyor olması.

Küreselleşmenin tek kutupluluk üzerine kurulu olduğunu göz önünde bulundurduğumuzda, Çin’in getirdiği eleştirilerin sistemin temeline yönelik olduğunu görüyoruz.

Bu doğrultuda, tek kutupluluktan çok kutupluluğa doğru bir evrilişin, devletler arası ilişkilere yapacağı etki bakımından küreselleşmeyi de yeni baştan şekillendireceği aşikardır.

Küreselleşmenin yeni baştan şekillenmesi ise kurulu düzenin değişmesi anlamına gelmektedir.

Bu durum, Çin’in aracı (küreselleşme) korumak istese de, aracın kullanılış amacını(sistem) değiştirmek istediğine işaret etmektedir.

Sovyetlerin çöküşü sonrası, iki kutuplu dünyadan tek kutupluluğa geçiş nasıl ki neoliberalizmin dünya üzerinde hegemonyasına neden olduysa, bugün de tek kutuplu dünyadan çok kutupluluğa geçiş, içinde yeni bir ekonomik yönelimin nüvelerini barındırmaktadır.

Küreselleşme ise bir amaç değil fakat araç olarak varlığını sürdürecektir.

Altını çizmek gerekirse, kurulu düzenin çöküşü küreselleşmenin çöküşü anlamına gelmemektedir.

Önümüzdeki diğer soru başka bir modele doğru evrilen küreselleşme karşısında ulus devletlerin kaderinin ne olacağı, ulus devletler ve küreselleşmenin bir arada yaşayıp yaşamayacağı sorusudur.

KÜRESELLEŞMENİN İÇİNDE ULUS DEVLETLER

Batı merkezli sistemde küreselleşme emperyal bir araç olarak kullanılırken, gümrük duvarları ve ekonomik kısıtlamalarla bu saldırıya karşı durmaya çalışan ulus devletler hedef haline gelmişti.

Yugoslavya ve Irak’ın parçalanmasının altında, bu ülkelerin o dönemdeki yönetimlerinin Batı merkezli küreselleşmeye farklı araçlarla karşı koymaya çalışması yatmaktadır.

Bugün Suriye, Türkiye ve İran’da aynı gerekçelerle hedef alınmaktadır.

Keza Avrupa’da 1980’lerde Reagen-Thatcher-Mitterand eliyle estirilen neoliberal rüzgarın altında da Avrupa’daki son ulus devlet kalıntılarını yeryüzünden silme iradesi vardı.

Batı merkezli küreselleşme ekonomik anlamda kendi sermaye ve mallarının serbest dolaşımını dayatırken, diğer yandan kültürel anlamda da dünyayı tek tipleştirmeye çalışmıştı.

Kabaca ifade edersek amaç, dünyanın küresel bir köy ve köyün lokantasının McDonalds, kahvesinin Starbucks ve sinemasının Hollywood haline getirilmesiydi.

Ulus devletler ise tek kutuplu küreselleşmenin dayatılmasında engel olarak görülüyordu.

Bugün ABD ve Batı hegemonyasının zayıfladığı, Asya başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında farklı güç odaklarının yükseldiği çok kutuplu bir dünyaya doğru ilerliyoruz.

Küreselleşmenin yeni, çok kutuplu dünyada da süreceği aşikar.

Yeni dünyanın kuvvet merkezleri olması muhtemel Çin ve Rusya’dan yapılan açıklamalarda, devletlerarası ilişkilerde içişlerine saygı ve kültürel farklılıkların korunması sıkça ön plana çıkıyor. Ekonomik anlamda ise malların ve sermayenin serbestçe dolaşımı konusuna bir şerh düşülmüş değil.

Diğer yandan Kuşak Yol başta olmak üzere yeni kuşak projeleriyle küreselleşmenin hızlandırılmasının planlandığını söyleyebiliriz.

Ulus devletin olmazsa olmazlarından gümrük duvarlarının geleceği ise çok kutuplu bir küreselleşmede de soru işareti oluşturmaktadır.

Soruyu tersine çevirip tekrardan sorabiliriz; Gümrük duvarlarına sahip ulus devletlerin iktidarlarını sürdürdüğü bir düzende, küreselleşmeden bahsedebilir miyiz?

Güç dağılımında çok kutuplu fakat ekonomik düzen olarak küreselleşmeye devam eden bir dünyada yeni tip küreselleşme ve ulus devlet arasındaki ilişki konusu sıkça gündeme gelecektir.

Önümüzde yeni baştan yoğrulmayı bekleyen bir dünya ve yığınla soru duruyor.

İnsanlık paylaşarak ve tartışarak ilerlemeye devam edecek.

NOT: Türkiye ve dünya işçi sınıfının 1 Mayıs Bayramı’nı kutlarım.