Kuru deriden bal çıkarmak -(TAMAMI)

Yazılarımda deyimlerden yararlanmak hoşuma gider. Yerinde bir deyimle, onlarca sayfalık bir düşünceyi özetleyebiliriz: “Balık kavağa çıkınca”, “Kuyruğuna basmak”, “Yüz vermek”... En sevdiklerimden biri de “Kuru deriden bal çıkarmak”! Anlamı: Bir konuda zorlamaya başvurmak; “Dam üstünde saksağan vur beline kazmayı” durumu... Anlamı, “Kuru üzümden pekmez yapılmaz”a yakındır. Aslında, saçmalamak, zırvalamak. Bir de şehirli argosunda: Kel âlâka!

Bir örnek

CHP Tunceli milletvekili Hüseyin Aygün, Yunan yazar Dido Sotiriyu’nun “Benden Selam Söyle Anadolu”ya adıyla Türkçe’ye çevirilen romanını okuduktan sonra, twitter’a “Kurtuluş Savaşı’nın Rumlara etnik temizlik yapmak için” yapıldığını yazmış. “Twitter’a yazmak!” benim için bir tür zevzekliktir. Bu ayrı bir konu!

Hüseyin Aygün, kendisini kaçıran AKP’liler için “İyi çocuklardı!” demiş. Beni ilgilendirmez, ama günümüz ortamında tam anlamıyla bir densizlik, zevzeklik. Dediğim gibi beni ilgilendirmez.

Hüseyin Aygün, Paris’te öldürülen üç kadından birinin ailesine taziye ziyaretine gitmiş. Töre, gelenek ve görenekle ilgili bir durum. Ayrıca Tunceli milletvekili. Taziye ziyareti bizi ilgilendirmez.

Ama, Kurtuluş Savaşı’nın, Rumlara etnik temizlik yani soykırım yapmak için icat edildiğini ileri sürmek tam anlamıyla zifirî cehalet. Son yıllarda, CIA ve AB önderliğinde “Biraz da eğlenelim!” türünden “Tarihimizle yüzleşelim!” cıvıklığı artık kusturma noktasına geldi. Postmodern mikro milliyetçilik, toplumculuk ve demokrasi sanılıyor. Herkes yiyip-içtiği sofranın hesabını “Türkler”e ödetmek peşinde.

“Türkler Ermeni soykırımı yaptı”, “Ermenilere soykırım yaptık” türünden cümleler, cümleyi söyleyen ağzın ne kadar demokrat, ne kadar hak ve adalet sever olduğunun kanıtı oluyor. Bunlar, söylediklerinin tarihsel gerçeği yansıtıp yansıtmadığını akıllarına bile getirmiyorlar.

Osmanlı hükümeti “Ermeni tehciri”ne karar verip yapmıştı ama bölgede akan kan Kürt ve Ermeni çetelerin kendi aralarında yaptıkları katliamlarla ilgiliydi. Suriye’ye giden Ermeni kafilelerine soygun için saldıranların büyük bir çoğunluğu Kürt çeteler idi. Gerçek bu! Ama hiç kimse “Türkler, yapmadı, Kürtler yaptı!” demiyor. Hem hatır saymaktan, hem uluslar arası hukuk böyle gerektirdiği için. Çünkü Türkler ve Kürtler, Osmanlı Devleti vatandaşıydı ve artık o sıralar Osmanlı Devleti bir “Türk” devleti ve vatandaşları da “Türk” sayılıyordu.

Açtırmayın kutuyu, söyletmeyin kötüyü!

Ölüm ve sürgün

Hüseyin Aygün’ün tarih bilgisinin kıt olduğu anlaşılıyor. Yoksa okuduğu bir romanda, kurmaca metinde okuduklarını tarih sanmazdı. Madem ki roman okuyor, kendisine tavsiye edeceğim tarih kitabını da okuyup izlenimlerini twitter’a yazıversin. Yazarın adı: Justin McCarthy; Kitabın adı: Ölüm ve Sürgün (Death and Exile); Yayınevi: İnkilâp, 1998.

Justin McCarthy’nin kitabı Ermeni soykırımı iddiaları üzerine ama 1821 Yunan Mora İsyanı ile 1922 arası Türkiye tarihini de konu ediyor.

Justin McCarthy kitabının birinci bölümünün ilk sayfasında yazıyor: “1821 ile 1922 arasında, beş milyondan fazla Müslüman, ülkelerinden sürülüp atılmışlardı. Beş buçuk milyon Müslüman, kimileri savaşlarda öldürülerek, diğerleri sığıntı durumunda iken açlıktan ve hastalıktan canını yitirerek ölmüşlerdi.”

5.500.000 + 5.500.000 = 11 milyon!

Yazar bu sayıların hesap ve istatistiklerini veriyor. Yerinden yurdundan edilenler, Balkanlardaki, Kafkasya’daki, Kırım ve Güney Rusya’daki Müslüman Osmanlı vatandaşlarıydı.

Ayrıca Balkan Savaşları’ndan sonra yapılan antlaşmada, Rum ve Müslüman mübadelesiyle ilgili bir madde de vardı. Sanırım Hüseyin Aygün bunları bilmiyordur. Okusun ve öğrensin!

Mora ayaklanması

Mora ayaklanması 1821 yılının Mart ayında başladı. Teslim olan-olmayan bütün Osmanlı askerleri öldürüldü. Hıristiyan halk yarımadanın her bölümünde Müslüman halka saldırdı ve tamamı öldürüldü. Evleri, mülkleri yakıldı. Paskalya günü 15 bin Müslüman öldürüldü, 3 bin çiftlik evi ve konut yakıldı, tahrip edildi. Patras Başpiskoposu Germanos “Hıristiyanlara huzur! Konsoloslara saygı! Türklere ölüm!” diye haykırıyordu.

Missolonghi’de, Müslümanların çoğu çabucak öldürüldü, ama Türk kadınları zengin Yunan ailelere köle olarak verildi. Vrakhodli’de Türkler, işkenceyle öldürüldüler. Yunanların kafir saydığı Yahudiler de, Müslümanlar kadar, kıyımdan geçirildiler.

Türkler, erkeğiyle, kadınıyla, çocuklarıyla kıyımdan geçirilmekte idi. “Hiçbir Türk kalmayacak, ne Mora’da, ne de dünyada!” dizeleri Türklerin kökünü kazımayı isteyen şarkının dizeleriydi. Mora’nın Müslüman nüfusu 25 bin kişi olarak hesaplanmıştı. Ayaklanmanın patlak vermesinden sonraki üç hafta içinde, kentlere kaçabilenlerin dışında, bir tek Müslüman bırakılmamıştı.

İşlenen cinayetlerin nedeni, sırf nefret patlaması değildi, hesaplı kitaplı bir siyasal eylem niteliğinde idi. Ayaklanmanın sonunda Yunan Krallığı kuruldu. (S.1-12)

Bu bir özgürlük savaşı idi, istilacı devlete karşı ayaklanma idi. Ayaklanmada öldürülenlerin çoğu sivil ve “komşu ve hemşeri” idi. Ama unutulması, bunu kin ve intikam sorunu yapmamak gerekir.

Peki...

Peki Hüseyin Aygün bey, özgürlüğünü kazanan Yunan’ın 1919’da Anadolu’da işi ne idi?

Hüseyin Aygün gibi yolunu şaşırmışlara kızmak değil, acımak gerekir.

Justin McCarthy’nin kitabının 374. sayfasında 30 numaralı bir tablo var: “Müslümanların Ölüm Telefatı ve Göçe Çıkması”. 1821 ile 1922 yılları arasında (101 yıl), 5 milyon 60 bin insan öldürülmüş; 5 milyon 381 bin kişi göçe çıkmak zorunda kalmış.

Daha fazla bir şey yazmak istemiyorum. Değmez!