Kuruluş’tan Kurtuluş’a 23 Nisan Türk Devrimi

Şevket Süreyya Aydemir’e göre ‘’23 Nisan 1920 Türkiye Milli Kurtuluş Hareketi’nin kendi devletinin kurduğu tarihtir. Bu tarihte Milli Mücadele, artık bir Halk Hareketi olmaktan çıkmış, bir Halk Devletinin ekseni etrafında gelişmeye başlamıştır. Bu eksen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti’dir ve yarınki müstakil Türkiye Cumhuriyeti bu halk devletinin tekamülü olarak tabii temelinde oturacaktır.’’

Falih Rıfkı Atay’da, kitabında; ‘’Anadolu’da yeni bir Türk devletinin temeli 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açıldığı gün atılmıştır. Mustafa Kemal bu meclis başkanı seçildiği gün gerçekte, yeni Türk devletinin ilk başkan olmuştur’’ diye ifade ederek Devletimizin kuruluşunu 23 Nisan 1920 olarak göstermiştir.

Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Doğu Perinçek de ‘’23 Nisan, saltanatı bertaraf ettiğimiz, Ankara’da Devrimci Meclis ve Devrimci Hükümet kurduğumuz gündür. 23 Nisan, İstiklal Savaşımızın hükümetine devrimle kurduğumuz gündür. Dünyanın her yerinde Türk Devrim tarihi 23 Nisan olarak bilinir. Örneğin Komünist Enternasyonel Programı’nda devrimler sayılırken ‘1920 Türk Devrimi’ denir. Çünkü o tarih, Türkiye’de Devrimci İktidarın kurulduğu tarihtir’’ demektedir.

Dünya devrim tarihine altın harflerle yazılan 23 Nisan, büyük milletimizin övünç kaynağıdır. Hakkıyla kutlamak ve anmak ise biz genç kuşakların görevidir. İlk baskısı 1964 yılında yayınlanan Tek Adam’ın ikinci cildinde Aydemir, 23 Nisan için ‘’biz pek gereği gibi değerlendiremiyoruz sanıyorum’’ diyor. Aradan 56 yıl geçmiş olmasına rağmen bu fikre katılıyorum. 23 Nisan, tarihsel değerinden uzak bir şekilde kutlanıyor. Toplumsal hafızamızda ağırlıklı olarak ‘’çocuk bayramı’’ olarak yer alan 23 Nisan, çok daha büyük anlamlar taşımaktadır.

Kemalist Devrim programa ihtiyacın her geçen gün daha da bu günlerde 23 Nisan’a verilen önem devletçe ve milletçe artmıştır. Bu sevindirici bir gelişmedir. Zorluklar, devrim tarihimizi ve devrimci programımızı tarihin içerisinden çıkıp getirmektedir. Siz istemeseniz de o çözümler çıkıp gelecektir. 

19 Mayıs tarihinde Samsun’a ayak basan Mustafa Kemal Atatürk, gözünü devrimci bir hükümete dikmiştir. Anadolu’ya geçişinin nihai hedefi, yeni bir devlet kurmaktır. Ölü sayılan bir milletten; medeni milletlere eşit bir Türkiye, bir Türk Milleti. Mazlum milletlere kurtuluş yolunu gösteren bir rejim… O rejim, Türkiye Cumhuriyetidir. Büyük Millet Meclisinin açılmasıyla, hakimiyet milletin egemenliğinde toplanmış, Türk Milleti kendi kaderini ellerine almıştır.

Hakimiyet-i Milliye’nin 23 Nisan 1920’de çıkan 24.sayısı: ‘’Tarihi bir olay: Türkiye Büyük Millet Meclisi. BMM ile milletimiz en büyük tehlikelerden kurtulmaya doğru yeni ve tarihi bir safhaya girmiş bulunuyor’’ diye müjdeliyordu. 

Fedakar halkımız, meclisin önderliğinde tehlikelerden kurtulmak için adım adım yürüyordu. Peki neydi o tehlikeler? 

İstanbul’un İşgali

16 Mart 1920’de İtilaf Devletleri, Kuvayı Milliye’nin saldırılarının arttırdıklarını ileri sürerek İstanbul’u resmen işgal ettiler. Haberleşmeye el konuldu, hükümet daireleri kontrol altına alındı, Şehzadebaşı Karakolu’nda 6 Türk askeri şehit edildi. 13 Kasım 1918 tarihinden itibaren denetim altında bulunan İstanbul, artık tamamen İtilaf Devletlerinin kontrolü altına girdi.

Ali Fuat Cebesoy, Milli Mücadele Hatıralarında ‘’İstanbul’un işgalini memleketin başına gelmiş olan felaketlerin en tehlikelisi telakki etmiştik’’ diyor.  İstanbul işgalinin dayattığı mecburiyeti ise şöyle açıklıyor:

İzmir’in işgali hadisesi, milleti, düşmanlarımız aleyhine nasıl harekete geçirmişse, İstanbul’un işgali de, mukadderatını bizzat eline almağa mecbur etmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un işgaliyle birlikte aynı gün Mustafa Kemal, Kolordulara, Valiliklere, Mutasarrıflıklara telgraf çekmiş, İstanbul’da İngiliz, Fransız, İtalyan, Amerikan ve bütün tarafsız devletlerin hariciyelerine protesto çekmiştir. 

15. Kolordu Kumandanı Kazım Karabekir Paşa’ya yolladığı telgraf emri şöyle başlıyordu; ‘’Bu telgrafı bir dakika geciktiren vatan hainidir.’’

İstanbul’un işgaliyle birlikte Mustafa Kemal Paşa’nın daha öncesinde de işaret ettiği gibi Ankara’da bir meclis kurma fikri zorunluluk haline geldi. Paşa, Vilayetlere, Bağımsız Livalara ve Kolordu Kumandanlarına çektiği telgrafta Ankara’da ‘’fevkalade salahiyete sahip bir meclisin’’ toplanılması için talimat göndermiştir.

23 Nisan 1920 Cuma günü dualarla açılan Meclis, Atatürk’ün İstanbul’dan ayrılırken hedef noktasıydı. Kurulan Devrimci Meclis, yeni bir devletin ve Cumhuriyetin en büyük adımıydı. Amasya, Sivas, Erzurum kongrelerinin nihai hedefi Ankara’da açılacak Meclis’ti. Şimdi Milli Mücadele artık devlet niteliği kazanmıştı. 

Meclisi açılmasıyla yeni bir safha başlıyordu. 15 Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa bunu şu sözleriyle dile getirdi:

 ‘’23 Nisan İstiklal mücadelemizin ikinci kitabını açıyordu. Bir senelik, mesaimizin yekunu Türk Milleti için şan-averdir. Muvaffak olacağımıza zerre şüphem yoktur’’diyordu.

Meclisin Öncelikli Gündemleri

İstanbul’un işgalinin ardından açılan meclisin çözmesi gereken zorunluluklar vardı. O dönem Atatürk’ü ve milli mücadele önderlerini en çok zorlayan konular; Damat Ferit Paşa hükümetinin hainliği ve işbirlikçiliği, içeride yükselen ve İstanbul hükümeti tarafından desteklenen isyanlardı. Aynı zamanda Kuvayi Milliye’nin düzenli orduya geçilmesi de önemli bir gündem başlığını oluşturuyordu. 

Şevket Süreyya Aydemir meclisin öncelikli gündemlerini dört maddede sıralıyor:

1- İstanbul’un kışkırtmaları
2- İç isyanlar.
Bu iki madde kadar öncelikli olmasa da; Muntazam ordu ve dış münasebetlerin kurulması ve TBMM’nin dış alem tarafından tanınması.

Sabahattin Selek ise ‘’Anadolu İhtilali’’ kitabında 3 noktaya dikkat çekiyor:

1- Karşı ihtilal hareketleri
2- Yunanlıların işgal hareketleri
3- Çerkez Ethem kuvvetlerinin tasfiyesi

Selek’in aktardıklarının da doğruluk payı olmakla beraber Şevket Süreyya Aydemir’in, İstanbul hükümetleriyle olan mücadeleye dikkat çekmesi ayrı bir önemdedir. Çünkü İstiklal Savaşı aynı zamanda bir iktidar savaşıdır ve birinci maddeye yazılacak kadar mühimdir.

Ali Fuat Cebesoy’un Milli Mücadele Hatıralarında ise Meclisin kurulmasının hemen ardından isyanlara yer verdiği görülür. Düzce, Hendek isyanları ve Anzavur ayaklanması, Cebesoy’un bu önceliğini doğrular.

İşbirlikçi Dürrizade Abdullah’a karşı Vatansever Börekçizade Rıfat Efendi

Damat Ferit Paşa’nın 11 Nisan’da Şeyhülislam Dürrizade Abdullah imzasıyla yayınladığı fetvada: ‘’Kuvayi Milliye mensuplarının kafir ve öldürülmelerinin farz olduğu ilan edildi.’’ Fetva, İngiliz uçakları tarafından Anadolu’nun birçok bölgesine dağıtıldı. Fetvayla iç cepheyi bölmeyi ve milli mücadeleyi itibarsızlaştırmayı amaçlayan bu girişim, Mustafa Kemal Atatürk’ün dahice hamlesiyle, vatansever din adamlarına hazırlattığı fetvayla değişti. 16 Nisan tarihinde başta Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi’in önderliğinde 153 müftü ve din adamının imzasını taşıyan karşı fetvada: ‘’düşmana karşı elden gelen bütün gayretin gösterilmesini farz, ölenlerin şehit, kalanların gazi olduklarını, direnen halka karşı fitne çıkaran ve silah kullananların en büyük günahı işlemiş olacaklarını’’ emrediyor.  Yayınlanan fetva, savaşın sadece askeri düzlemde ilerlemediğinin en büyük göstergesiydi. Milli mücadele, propaganda alanında da büyük bir kapışma içerisindeydi.

İçteki Savaş Yunanla Savaştan Daha Önemli

Milli Mücadelede ‘’Türk’ü Türk’e kırdırmayı hedefleyen İngilizler, İngiltere Büyükelçiliğinin Baştercüman Ryan’ın 23 Eylül 1920 tarihli raporunda milliyetçi liderlerle mücadelede 3 yol olduğu belirtmiştir: İlki Müttefik kuvvetlerin doğrudan harekete geçmesi; ikincisi, Yunanlıların kullanılması; üçüncüsü ise Sevr’i kabulden yana Türklerin kullanılması’’

Nisan ayında Sevr henüz açıklanmamıştı fakat Ryan’ın bahsettiği 3.madde uygulanmaktaydı. Damat Ferit Paşa’ya bağlı isyancılar, Kuvayi İnzibatiye adı altında Milli Mücadeleye karşı ayaklanmışlardı. 

Atatürk, 13 Temmuz Yunan yenilgisinden sonra Meclis’te yaptığı konuşmasında; ‘’Dahili isyanları bastırmak, Yunan taarruzunu durdurmakta elbette daha mühimdir.’’ diyerek, iç cephedeki mücadelenin düşmana karşı mücadeleden daha başat olduğunu belirtmişti. 

Damat Ferit hükümetinin yayınladığı fetvalar, basın kampanyaları, din, mezhep ayrılıklarını körükleme, Halife orduları kullanma vb. çeşitli yöntemlerle, İngiltere, Padişah ve Damat Ferit Hükümeti ile tam işbirliği halinde, Anadolu’da geniş çapta bir karşı devrim hareketini başlatır.

Nisan ayında Anzavur hareketi Biga ve Gönen’de etkili olurken, Düzce ve Bolu’da ise isyanlar meydana gelmiş ve Beypazarı’na kadar sıçramıştır. Damat Ferit Paşa’nın bizzat desteklediği Anzavur hareketi başlarda başarılı olur. Ardından Çerkez Ethem kuvvetlerinin sevk edilmesiyle beraber isyan bastırılır. Ankara’nın bunalımlarından biri olan Anzavur ayaklanması bir anlamda düzenli ordu ihtiyacını da yakıcı bir şekilde gündeme getirmiştir. Ethem’in birliklerini istediği gibi yönlendiremeyen Atatürk, meclisin açılışıyla beraber düzenli orduyu hızla gündeme getirecektir. 

Düşmanı mağlup etmek için öncelikli mesele iç cephedeki isyanları bastırmak ve o isyanları bastıracak düzenli orduyu yaratmaktı.

Kuvayi Milliye’den Düzenli Ordu’ya

Düzenli ordu dönemine geçmek, milli hareketin bir iktidar merkezi etrafında birleştirilmesini sağlayan devrimci bir adımdı. Bölgesel direniş ve çete liderlerinin savaşlarıyla geçen dönemde bölgesel kazanımlar olmuş fakat düşman kuvvetlerine kesin bir darbe indirilememiştir. Ordunun tek merkezden komuta edilememesi ve her çetenin kendi disiplini altında çalışması milli mücadeleyi zaafa uğratıyordu. Nitekim Anzavur isyanını bastırırken bu disiplinsizlik nedeniyle gereğinden fazla şehit verilmiştir. Devlet olmanın birincil şartı devrimci bir ordunun olmasıydı, üstelik bağımsızlığınızı emperyalizme karşı savaşta kazanmaya çalışıyorsanız bu hayati önemdeydi.

O tarihe kadar Kurtuluş savaşına önemli hizmetleri olmuş Çerkez Ethem, Demirci Mehmet Efe gibi liderler, TBMM’nin emir komutası altına girmeyi kabul etmediler. Batı Cephesine gönderilen İsmet İnönü ve Refet Bele’nin komutanlıklarını tanımadılar.  

Çerkez Ethem ve Demirci Mehmet Efe kuvvetleri 1921 yılında dağıtıldı. Zamanla düşmanla işbirliğine giren Çerkez Ethem, Mehmetçiğe kurşun sıkma noktasına geldi. İsmet İnönü önderliğindeki ordumuz, Ethem kuvvetlerini dağıttı.

Orduya geçiş, köylünün desteğini aldı. Çünkü ordu, köylülerin mücadeleye katılışını kurumlaştırıyor, köylüyü hak ve hukuku belli olan bir vatandaş haline getiriyordu.

Halkı, devletin bir kurucusu haline getiren Düzenli Ordu, geniş halk kitlelerini örgütlemiş ve onları özgürleştirmiştir. Çete liderlerinin kişisel çıkarları için savaşan yoksul halk, Büyük Millet Meclisi önderliğinde kendi kurduğu devleti için savaşıyordu. Savaşan asker arasına eşitlik ve duygu birliği ordu sayesinde tamamen sağlanmış oldu.

100 Yıl Sonraki Koşullar

Birinci Dünya Savaşının yani Kurtuluş Savaşının koşulları ile bugününkiler farklıdır. Her durumu kendi koşulları içinde somut olarak değerlendirmek gerekir. Ancak bugün tıpkı Birinci Dünya Savaşındaki gibi, Türkiye, Suriye, Lübnan, Irak, İran sınırlarının yeniden belirlenmesi gündeme gelmiştir.

Emperyalizm 100 yıl sonra da planlarını uygulamak için hareket halindedir. Mazlum milletler coğrafyası 100 yıldır hedef halindedir. Savaş, karada piyonlarla devam etmektedir. ABD, PKK-YPG-HDP-FETÖ eliyle ülkemizi bölmek istemekte ve toprak bütünlüğümüze saldırmaktadır. 1920’lerde olduğu gibi sadece Türkiye değil, bölge ülkeleri de tehdit halindedir. Türkiye, savaşın bugün de en ön cephesindedir.

Mavi vatanımızda ise piyonlar yok, devletler var. ABD, İsrail, Yunanistan ve GKRY emperyalist bloğu, donanmalarını Doğu Akdeniz’de ülkemize çevirmiştir. Son 2 yılda denizlerimizde büyük adımlar atan Türkiye, bu bloğa Libya ile karşılıklı Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) anlaşması ile cevap vermiştir. Fakat yetmez, tıpkı 1920’de olduğu gibi bugünkü savaşta da ittifak birikimimizi değerlendirmeliyiz.

100 yıl sonra koşullar farklı olmakla beraber tehditler benzerdir. Peki, bu tehditleri nasıl aşacağız? Aşmaya başladık bile. Tarihimizin büyük tecrübeleri tozlu sayfalarda saklı kalmıyor. Siz istemeseniz de birileri o tozlu sayfanın kapağını aralayacak ve devrimci çözümleri çıkartacak. Bugün de öyle olmakta. ABD destekli PKK terör örgütüne karşı, 100 yıl önceki gibi mücadele etmiyor muyuz? Ya da koronavirüsün ekonomiye ve toplumsal yaşama dönük etkileri üzerine atılan hamlelerden bir tanesi Cumhurbaşkanımızın ilan ettiği Milli Dayanışma Kampanyası değil mi? Üstelik bu kampanyayı tarihimizdeki büyük fedakarlık örneği olan Tekalif-i Milliye’ye benzetti. Çok da doğru yaptı. Bizim gibi bağımsızlığını emperyalizme karşı devrimle kazanmış milletler, zor zamanları yine o devrimci ruhla aşar ve tarihinin engin birikiminden faydalanır.

Türk Devriminin 100.yılında, devletimizin ve milletimizin Atatürk’e yöneldiğini yaşayarak görüyoruz. Çünkü çözüm O’nun devrimlerinde, yani Altı Ok’ta. Altı Ok’un her biri altın değerinde olan ilkeleri bugünün dünyasının her sorununa yanıt vermektedir. Koronavirüsün çözümü de ordadır. Devletçilik ve halkçılık virüsün, panzehiridir. 

Tarih İçinde Savaşmak

Atatürk Devrimlerinin milletçe sahipleniliyor olması Atilla İlhan’ın tabiriyle ‘’hızlı Atatürkçüleri’’ rahatsız etmiş durumda. O kadar ki; Tekalif-i Milliye hatırlatmasına 1921’in itilaf devletleri ve İstanbul Hükümeti gibi pervasızca saldırabiliyor, TBMM Başkanı Mustafa Şentop’un 23 Nisan’da İstiklal Marşı çağrısına burun kıvırıyorlar. 

Tarih içerisinde savaşabilirsiniz, Çanakkale’de süngü savaşı, Kut’ul Amare’de Halil Paşanın omuzdaşı, Ege’de Yarbay Ali Çetinkaya’nın gözü pek askeri, Sakarya’da taarruza kalkan subay olabilirsiniz. Çünkü o tarihi geri gidemezsiniz. Sorgulamanın tek bir yöntemi var, o da savaşın bugünkü cephesinde neredesiniz?

Şanslı Milletler

Bugün maalesef TBMM’de, terör örgütü PKK’nın temsilcisi HDP var. Kürt Teali Cemiyetinin, 1920’de Büyük Millet Meclisinde olduğunu düşünebilir misiniz? Bağımsızlığımıza inanmayan ve İngiliz mandacılığını savunan birinin mecliste işi olabilir mi? Bugün de HDP’nin mecliste işi yoktur. Sadece mecliste değil, halk sağlığı ve kamu güvenliği açısından kapatılması gereken bir partidir.

Bugün, HDP’yi kapatabilecek ve Türkiye’yi İkinci İstiklal Savaşından zaferle çıkaracak bir meclise ihtiyaç vardır. O da milletin vatansever unsurlarının tamamının temsil edildiği bir hükümetle olur. Şu anki mevcut hükümet bu haliyle, ihtiyacı karşılayamamaktadır.

1920’de açılan Büyük Millet Meclisi,zorlukları göğüslemenin meclisidir. Zorluk varsa, BMM ruhuyla çözüme ulaşırız. Bugün de zorluklar içerisindeyiz. Fakat kendimize güvenimiz tam. Zorlukların üstesinden geleceğiz.

Ne mutlu bize ki 23 Nisan gibi devrimci bir tarihimiz var. 23 Nisan’ı olan milletler emperyalizme karşı her zaman öndedir.

Devrimimizin 100.yılında köklü çözümlerin eşiğindeyiz.