Laiklik ve dindar nesil üzerine-(TAMAMI)

Önce şu gerçekleri bilelim. Laiklik asla dinsizlik anlamında bir kelime değildir. Dahası laiklik altına imza koyduğumuz birçok anlaşmanın geçerliliği için ön şarttır.

Sayın Başbakan grup konuşmasında ya kendisine verilen bilginin yanlışlığından ya da salt polemik uğruna bilimi de Anayasa’nın en önemli maddesini de görmezden geliverdi. Kılıçdaroğlu da onu yanıtlarken bir de laik Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan’ın yanına karaçarşaflı bir kadını oturtarak hatanın büyüğünü işledi. Kusura bakmasınlar bir öykü anlatacağım sizlere.

Larousse Türk ansiklopedisini hazırlayan Adnan Benk Hoca’yla, usta yazar buna benzer bir tartışmaya girmişler sonunda Benk rahmetli Peyami Safa’ya demiş ki:

“-Sana nasıl anlatayım Peyami! Sende sistematik kültür kifayetsizliği var!” Sonra iki usta gülüşmüşler. Öyle sanıyorum ki; Anayasa’ya göre laik bir hukuk devleti sözünden herkes başka anlamlar çıkarmakta.

Laiklik ilk kez 1789 Fransız devriminden sonra değil, daha önceleri eski Yunanca ve Latince olarak şöyle algılanmıştı: “Devlet sisteminde dinin ayrı tutulması”. (Eski Yunan’da Laikos, yani halk kelimesini çağrıştıran bir kelime. Latincede laicus- Cisman)

Atatürk ve laiklik

Mustafa Kemal yüzde 99’u Müslüman olan bir topluma bu kelimeyi şöyle anlatmıştı:

“-Ey millet biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler ve müritler memleketi değildir. En doğru tarikat medeniyettir. Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir. Bunun dışındaki yol göstericilere itibar etmeyiniz. Devlet idaresinde takip ettiğimiz prensipleri gökten değil, doğrudan doğruya hayattan alırız. (N. Zincirkıran- 516 ve Erzurum Kongresi’nden sonra M. Müfit’in not defterinden- 29 Temmuz 1919)

Bu Gazi Mustafa Kemal’in ülküsüdür ve elbette 1920-1924 savaş yıllarında değil 1931 yılından başlayarak adı konulmuş bir sistemdir.

Batı’da sekülarizm denilen laiklik düşüncesi ise farklıdır. Yüz yıllar süren din savaşları sonunda ancak kilisenin devlet hegemonyası kaldırılmış ve 1789’da kan ve gözyaşıyla Haklar Beyannamesi’ne geçilmiştir.

Gazi bu işi yaparken önce 1924’de Tevhid-i Tedrisat Yasası’nı çıkardı. Sonra 1927’de Anayasa’dan “Türk devletinin dini İslamdır” sözleri çıkarıldı. Arkasından din ve vicdan özgürlüğünü güvenceye alan Laiklik ancak 1937’de Atatürk’ün ilkeleri arasına girdi.

Şimdi Sayın Başbakanın grup konuşmasında söylediği sözlerin yanlışlığını nasıl anlatacağız. Ya Atatürk’ü inkar edecek, onun resimleri devlet dairelerinden kaldırılacak, heykelleri yıkılacaktır. Aslında sözlerin Anayasamız değişmedikçe kıymeti harbiyesi olmamalıdır ve sadece bir seçim polemiği olarak kabul edilmelidir ki; TC Başbakanı da Atatürk’ü Başbakanlıktan dışarıya çıkarmalı, onun Meclis’in duvarında yazılı olan o tarihi sözleri de yok sayılmalıdır.

Buna hiçbir yurtsever izin vermez sanırım.

O halde Başbakan sözlerinin arkasında dursun, tıpkı Atatürk gibi mert olsun; desin ki “Bu karşı bir devrimdir artık Türkiye Cumhuriyeti laik sosyal bir hukuk devleti değildir.”

Buna önce Tayyip Erdoğan’ın karşı çıkacağını umarım.

Çünkü Sayın Erdoğan Atatürk’ün köşkünü hedeflemiştir ve orada oturmak için Atatürk ilkelerine sadakat gerekiyor. Ne zamana dek?

Bu ulusun tümünü arkasına aldığı gün olamaz mı? Yani yüzde 54 değil...

Özetle din ve vicdan özgürlüğü konusunda devletin görevi bu özgürlükleri tam olarak sağlamak, fakat din eğitimi konusunda anne-babaların tercihlerine müdahale etmemektir. Kaldı ki, Gallup Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre zaten Türk halkı yüzde 89,5 ile dinine bağlı halklar arasında en ön sıralarda gelmektedir.