Leibniz’in Rusya ve Çin hayalleri

Fikirleriyle yaşadığımız dünyaya sekil vermiş büyük düşünürlerin en temel özelliği, her zaman büyük ölçekli düşünerek, büyük coğrafi alanları hayal ederek fikirlerini inşa etmiş olmalarıdır.

Batı’nın büyük düşünürlerinin hangi koşullarda felsefi ve siyasi görüşlerini oluşturdukları çoğu zaman unutulur. Avrupa’nın din savaşları ve monarşilerinin sonu gelmeyen mücadeleleriyle savaş alanına döndüğü, iç savaşların siyasi istikrasızlığa neden olduğu, tüm Avrupa’nın neredeyse küçük prensliklere, kontluklara bölündüğü, siyasi birlikten yoksun kaldığı dönemde, bu düşünürler fikirlerini kaleme almıştı.

Yamalı bohçaya dönen coğrafyada Aydınlanmanın ve hümanizmin ilkelerini dile getirenler, bu ilkelerin ancak güçlü siyasi merkezîleşmenin coğrafi bölünmüşlüğe son verdiği, büyük mekânsal alanda hayata geçirileceğini düşünüyordu.

Asıl önemlisi birçok Aydınlanma filozofu için, hayata geçirmek istedikleri ilkelere en uygun ülkeler Rusya ve Çin’di. 18. yüzyılın başında siyasi merkezîleşmesini büyük coğrafi alanda sağlamayı başarmış, içeride görece barış ortamını yaratmış bu iki ülke, büyük toplumsal tasarılar planlayan ilerici filozoflar için vaat edilmiş topraklar gibiydi.

BÜYÜK TASARILAR BÜYÜK COĞRAFYA

Bugün Batı’da dahi ismi nadiren hatırlanan Leibniz, yaşadığı Prusya’daki siyasi istikrarsızlığın, coğrafi bölünmüşlüğün ‘küçük devletlerde’ yaşamın insanın fikirlerini nasıl dar alana hapsedip, insanlığın ufkunu sınırladığını çarpıcı biçimde dile getirmişti.

Filozof ve matematikçi Leibniz aynı zamanda hukukçu ve diplomattı. Hannover prenslerinin hukuk danışmalığının yanında, Mainz başpiskoposuna da diplomatik danışmanlık yapmaktaydı.

Feodalizmin gölgesinin tüm ağırlığıyla hissedildiği Prusya’da henüz liberalizm serpilmemişken, Hobbes’un ‘insan insanın kurdudur’ ahlakını temel alan liberal rekabet yaklaşımını eleştiren Leibniz, ‘toplumsal yarar’ ilkesini felsefesinin merkezine koymuştur.

Özel mülkiyetin, hukuki dokunulmazlığa henüz ulaşamadığı bir çağda öngörücü biçimde “ister devletin isterse toplumsal kurumların yönlendirmesiyle kurulsun, merkezinde toplumsal örgütlenme bulunan her iktisadi girişim, mutlaka şahsi karı sınırlayan bir perspektifle işletilmelidir” diyerek liberalizmin şafağında kapitalizmin yıkıcı eğilimlerine dikkat çekmişti.

Leibniz, toplumsal refahı ve barışı sağlamak amacıyla birçok tasarı ortaya koymuştu ki bu tasarılarının arka planında her zaman güçlü bir siyasi merkezin yönettiği büyük ve birleşmiş coğrafi ülke anlayışı bulunmaktaydı. Manifaktur üretim için siyasi ve coğrafi birlik şarttı. Ayrıca kıtlığı önlemek, fiyat istikrarı, üretim ve istihdamda dengeli dağılım ve gelişme için devletin bizzat düzenleyici ve müdahaleci rol oynaması gerektiğini söylemişti.

Ne var ki dar bakış açısına sahip Alman yöneticilerin ve küçük prensliklerin sonu gelmeyen anlamsız kavgasına dayanamayan Leibniz, bu toplumsal tasarılarını gerçekleştirmek için en uygun yerin büyük coğrafyaya ve güçlü yönetime sahip Çarlık Rusya’sı olduğuna karar vermişti: “Bu tasarıları Rusya gibi büyük bir ülkede hayata geçirmek, birbiriyle rekabet içindeki Alman prensliklerinin herhangi birinden daha kolay olacaktır” diyerek Büyük Petro’nun danışmanlığını yapmış ve Petro’nun Avrupa gezisine eşlik etmişti.

Ütopik sosyalistlerden yaklaşık yüz elli önce Leibniz’in büyük ölçekli kamucu tasarılar yaratması önemlidir. Daha önemlisi o tarihte dahi Avrupa’da Rusya’ya karşı var olan önyargılara rağmen Petro’nun danışmanlığını yaparak, yaklaşık yarım yüzyıl sonra Aydınlanma düşünürlerinin de Rusya ve Çin’e yönelmelerini sağlayacak entelektüel iklimi yaratmasıdır.

AYDINLANMA’NIN AVRASYA ÖZLEMİ

Prusya’nın tersine Fransız monarşisi, güçlü merkezi sistemi ve Avrupa’nın en kalabalık nüfusuyla ihtişamlı görünüşe sahip olsa da, Fransız Aydınlanma düşünürleri de eşitlikçi ve özgür toplumsal tasarıları için yüzlerini Rusya ve Çin’e dönmüştü.

Çariçe Katarina’nın, kendisini Aydınlanma’nın öğrencisi olarak sunup, monarşiler ve kilise tarafından hedef gösterilen Fransız düşünürleri kanatları altına alma isteğinin ne ölçüde samimi olduğu ayrı bir tartışmadır.

Önemli olan, Rusya’nın Aydınlanma düşünürlerinin gerçekleştirmek istedikleri tasarıların ülkesi olduğunu söylerken Katarina’nın, aslında Diderot gibi düşünürlerin zihninden geçenleri dile getirmesidir.

Aydınlama’nın ılımlı kanadını temsil eden Voltaire siyasi konumu gereği her siyasi güçle arasını iyi tutmaya özen gösterirdi.

Ancak Aydınlanma’nın radikal kanadını temsil eden, eski rejimi temsil eden kişi ve kurumların nüfuzunun altına girmeyi her zaman reddeden Diderot’nun, aylar süren yolculuk sonrası Rusya’ya gitmesi, bu düşünürlerin büyük coğrafyaya dair arzularının ne kadar tutkulu olduğunu göstermektedir.

Çin’de 18. yüzyılın başlarındaki ekonomik refahla gelen barış ve nüfus artışı, Aydınlanma düşünürlerinin dikkatini çekmişti. Kendi devletleriyle karşılaştırdıklarında Çin imparatorluğunun coğrafi büyüklüğü ve kalabalık nüfusu, bu düşünürleri hayrete düşürmekteydi.

İktisadi reformlarla Fransız Monarşisinin yaklaşmakta olan çöküşünü önlemek için çabalayan fizyokrat düşünür Quesnay “Bütün Avrupa tek bir hükümranın yönetimi altında birleşse ancak Çin imparatorluğu kadar olabilir” demişti.

Çin’in büyüklüğü karşısında Adam Smith de “Çin’in iç pazarının büyüklüğünü, Avrupa’nın bütün ülkelerinin bir araya gelmesiyle oluşan pazarla neredeyse aynı büyüklükte” sözleriyle aynı olguya işaret etmişti.

Çin’in iktisadi potansiyelinin ötesinde, Çin kültürünün derinliğini de geniş perspektifle ele alan ilk kişi yine Leibniz’di. Sembolik formel dil geliştirmek amacıyla Çin yazısı ve dili üzerine çalışan Leibniz’e göre, Çin geleneği Avrupa ile kıyaslanamayacak üstünlüklere sahipti.

Çin’i Leibniz için özel kılansa, Avrupa’nın salt soyut felsefesine kıyasla Çin’in felsefeyi her zaman pratikle birleştirmesiydi.

Atalet içindeki durağan Prusya’da Leibniz gibi büyük planları olan bir düşünür için en yakıcı ihtiyaç eylem, teoriyle pratiğin birlikteliğini sağlamaktı. Büyük kamusal projelerle toplumsal hayatı daha yaşanır hale getirmek için sayısız mühendislik harikası planlar tasarlayan Leibniz için, Çin’in uygulama alanındaki bilimsel birikimi ve tecrübesi paha biçilemezdi.

Çin’deki seyyah ve misyonerlerin kendisine ilettiği belgeleri derleyerek 1697 tarihinde Novissima Sinica (Çin’den Gelen Son Haberler) ismiyle yayımlayan Leibniz, “Çin’i tanıma işi, Aydınlanma uğraşıdır” diyerek, Çin’in birikimine dayanmadan Avrupa’da aklı rehber alan Aydınlanma kültürünün inşa edilemeyeceğinin altını çizmişti.

Daha çarpıcı olansa, Leibniz’in Büyük Petro’ya sunduğu, Rusya ile Çin’i birbirine bağlayacak büyük kara yollarını inşa etme planlarıdır. O dönem Çin’e ulaşmayı sağlayan neredeyse tüm deniz yolları İspanyol ve Portekiz devletlerinin kontrolünde olduğu için, Rusya ile Çin’i birbirine bağlayacak kara yolları, bu iki ülkenin etkileşimini daha mümkün kılacaktı.

Rusya’nın Çin ile Avrupa arasında göreceği coğrafi ve kültürel köprü göreviyse, Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu düşünsel ve bilimsel bilgiye daha kolay ulaşmasını sağlayacaktı.

Leibniz’e göre Rusya ve Çin’in birikimine yaslandığı zaman Aydınlanma, insanlığın refah sorununu tüm dünyada çözebilecektir ki o zaman gerçek anlamda özgürlük yeryüzünde hakim olacak, tüm insanlığa evrensel barışı getirecekti.

Ölümünden sonra yayımlanan, yüzlerce sayfayı bulan Rusça ve Çince üzerine yapılmış çalışmalar, bu iki ülkenin toplumsal yapısı ve kültürü üzerine tutulmuş notlar, Leibniz’in Avrupa ile Avrasya’yı ‘Harmonia Universalis’ ilkesi temelinde birlik ve uyum içinde bir araya getirme arzusunu göstermektedir.