Leylekler de gitti!
İstanbul’un Büyükçekmece ilçesinin villalardan ibaret Tepekent” adı verilen, yerleşkesinde yaşıyoruz. “Kent” adı sizi şaşırtmasın! Ormanı, göleti olan yemyeşil bir yer burası. Kimse İstanbul’un kenarında böyle bir yerin olduğuna inanamıyor. Ziyaretimize gelen dostlar, kapımızın önünde rastladıkları sevimli bir tilkinin fotoğrafını çekivermişler. Şaşkınlıkla “Hocam, sizin orada tilki gördük!” diye bizimle paylaştılar.
Tilkiler, sevimli köpeğimiz Bobo’yu bazı geceler delirtiyorlar. Olsun, doğalı bu! Çünkü onların yaşam alanlarının içine giren, kendimize yer açan bizleriz.
Bu bölge, birçok türü içinde barındırıyor. Atmaca, yılan kartalı, şahin, puhu, kulaklı orman baykuşu, oluklu kertenkele, boynuzlu engerek ilk aklıma gelenler… Gölet’imiz çeşitli su kuşlarına da ev sahipliği yapıyor.
Eşim gözleri gökyüzünde, kulakları tetikte yaşıyor. Bu hayvan türlerin fotoğraflarını çekip yaban hayatını inceleyen bilim adamlarına, sivil toplum kuruluşlarına gönderiyor. Tepekent, maalesef bir türlü doğayla bağ kuramayan başka bir türe de kapılarını açmış! Gecenin bir yarısında havai fişek patlatan ya da evinin etrafına dikenli tel çeken vandallara! Ne uyarıdan anlıyorlar ne de kural tanıyorlar!
Tepekent’in Bir Özelliği de Uzmanların “Leylekel” diye Adlandırdıkları Bölgeye Dahil Olması…
2019’un Ağustos ayında tanıştık onlarla. Bir sabah kalın gagalarından çıkan takır tukur “lak, lak” seslerini duyduk. Sabah uyandığımızda bahçemizin siyah beyaz leyleklerle dolu olduğunu; uzun bacaklarıyla ağır ağır dolaştıklarını gördük. O nasıl bir eda! Ne kadar da zarifler! Elektrik direklerine, çatılara, bacalara tünemiş yüzlerce leylek etrafa dağılmıştı. Bizler, şanslıydık. Leylekleri sadece havada değil, karada da görmüştük. Ekrem, çocuklar gibi elinde fotoğraf makinesi, sevinçle bir o tarafa bir bu tarafa koştu durdu.
Öğrendik ki leyleklerin göç yolu üzerindeyiz. Bölgede sulak alan da var. Genellikle akşam saatlerinde sürüler halinde geliyorlar; bir gece dinleniyorlar, besleniyorlar. Tepekent fareler, yılanlar, kurbağalar, sürüngenlerle dolu… Ertesi gün, güneşin ilk ışıklarıyla hareketlenmeye başlayıp sonra yola revan oluyorlar. Her Ağustos’un ilk on beş günü, bu ritüel yaşanıyor.
Kuş bilimci Ferdi Aksu ““Leylek etçil bir tür olarak besin piramidinde üst sıralarda yer alıyor. Dolayısıyla kuş türleri bir bölgede sorun yaşarsa, büyük oranda piramidin daha altındaki grupların da sorun yaşayabileceği varsayımını yapabiliriz.” diyor.
Demek ki Tepekent’te Ekolojik, Sağlıklı İşleyen Bir Sistemden Söz Edilebilir
Avrupa’dan sürüler halinde yola çıkan leylekler, Balkanlardan geçiyorlar. Silivri üzerinden süzülerek bize uğruyorlar, sonra Çatalca’dan devam edip Boğaz’ın semalarında görünüyorlar. Marmara sahillerini takip ederek dağılıyorlar. En sonunda İzmit, Yalova, Bursa, Eskişehir, Konya, Mersin, Adana, Hatay üzerinden geçerek Türkiye’den ayrılıyorlar. Nereye mi gidiyorlar? Suriye, Lübnan, Ürdün, İsrail, Mısır Vadisi’ni izleyerek Güney Afrika’ya… Böylece göç tamamlanmış oluyor. Bunları nereden mi öğrendim?
Tepekent’te yaşayan bir grup insan, gönüllü kuş gözlemciliği yapıyor. Vandalların haberi bile yok!
Türk Kültürü’nde Leylekler…
19. yüzyılda Andersen “Leylekler” adlı masalıyla onlara, yeni doğan bebekleri ailelerine getirme özelliği vererek Avrupa’dan Güney Amerika’ya kadar bir efsane yaratır. Aynı masaldan etkilenen Türkler de çocuklarına seks ya da doğumla ilgili sorulardan kaçmak için bu senaryoyu tepe tepe kullanmaya başlarlar. Şimdi olanaksız da olsa bir dönem 4-5 yaşına kadar neredeyse tüm dünya çocukları, kendilerini ailelerine leyleklerin getirdiğine inanır.
Leylek, Türk kültüründe bereket, nazar, doğum-ölüm, kıtlık, bolluk gibi kavramlarla ilişkilendirilir. Havaların soğumasıyla Mekke’den geçerek Güney Arabistan'a göç ettiklerinden “Hacı” sıfatı yakıştırılarak “Hacı Baba” denilir. Minarelere yuva yapmalarından dolayı beyaz ihram giymiş hacılara da benzetilir.
Leyleklerin öldürülmeleri günah sayılarak hem Türk hem İslam kültüründe eti helal kılınmaz. Fransız doğa bilimci Joseph Pitton de Tournefort, Bigadiç kervansaraylarının leylek yuvalarından söz eder. Leyleklerin her yıl yumurtlamak için buraya geldiklerini, yöre halkının bu kuşları büyük bir saygıyla karşıladıklarını, yuvalarına zarar vermediklerini; eğer bir yabancı, bu kuşlara ateş edecek olursa bunu hiç hoş karşılamadıklarını belirtir.
İngiliz yazar Edward Lear, leyleklerin vurulmamak için Yunanistan’dan Osmanlı sınır kentlerine kaçarak, burada yeni bir yaşam alanı bulduklarını söyler.
Osmanlı Döneminde Göç Sırasında Sakatlık veya Hastalıklarından Dolayı Göçemeyen Leyleklerin, Kuşların Tedavisi için “Gurebâhâne-i Laklakan” Kurulur
Hastane, 19. yüzyılda, dünyanın ilk hayvan hastanesi kabul edilen “Düşkün Leylekler Evi” ya da “Leylekler Bakımevi” adıyla Bursa’da hizmet vermeye başlar. Ahmet Haşim de bahçesinden beslenen leyleklere atfen Fransız Konsolosluğu’na yakıştırdığı isimden dolayı kitabına “Gurebâhâne-İ Laklakan” adını verir. Kurum, zamanla işlevini yitirir. 1931’den beri metruk olan bina, Osmangazi Belediyesi’nce 2010 yılında restore edilerek son teknolojik cihazlarla, profesyonel bir ekiple Osmanlı’dan kalan geleneği sürdürmeye devam ediyor.
Bu sonbahar da Arif Damar’ın dediği gibi “Leylekler döne döne, birike birike gitti!”