LGBTİ’nin sevmeyeceği Netflix dizisi
Son 10-15 yılda epey ivme kazanan ve hayran kitlesi genişleyen İskandinav polisiyelerini okumayı da film ya da dizi olarak seyretmeyi de severim. Kuzeyin karı, buzu, gri pusu, tekinsizlik atmosferlerine ayrı bir hava katar, entrikayı besler, heyecanı yükseltir. Netflix’de gösterilen sekiz bölümlük “The Valhalla Murders” dizisi de aslında birkaç yıllıkmış ama ben yeni seyrettim ve gerekse polisiye düzeyi gerekse değindiği toplumsal gerçekler açısından oldukça beğendim.
Dizide biri kadın biri erkek iki dedektif İzlanda’da işlenen seri-cinayetleri araştırıyor. Erkek dedektif Arnar, İzlanda doğumlu ama Norveç polis teşkilatında çalışıyor ve soruşturmaya yardım amacıyla Norveç’ten gönderiliyor. Geçmişinde, yavaş yavaş öğreneceğimiz sorunlar var. Kadın dedektif Kata ise eşinden boşanmış ve lise öğrencisi oğluyla sorunlar yaşıyor. Çözmeye çalıştıkları olay ise yıllar önce Valhalla adlı, erkek çocukların kaldığı yetiştirme yurdunda yaşananlara dayanıyor.
EŞCİNSEL DEDEKTİFİN GEÇMİŞİ
İzlanda’da eğer iyi birer ebeveyn değilseniz, devlet çocuğunuzu sizden alıyor, koruyucu bir ailenin yanına ya da yurda yerleştiriyor(muş). Şehirden uzakta, boş bir arazinin ortasında bulunan Valhalla da bu yurtlardan biri ve tam bir cehennem(miş). Bunu cinayetlerle ilgili soruşturma sırasında verilen tanık ifadelerinden öğreniyoruz. Dayak, işkence, cinsel taciz, tecavüz, çocuk bedeni satmanın günlük rutin olduğu, kötü muamele gördükleri için ailelerinden uzaklaştırılan çocukların başına her türlü çorabın örüldüğü belalı bir yer. İşin ilginci zamanında iddialarla ilgili bir soruşturma yapılmış, bir rapor düzenlenmiş ve yurt tertemiz çıkmış!
Elbette ki dizinin tamamını anlatmayacağım… Dikkatimi özel olarak çeken nokta, dizinin ortalarında Dedektif Arnar’ın eşcinsel olduğunu öğreniyoruz. Moralinin bozuk olduğu bir akşam, bar tuvaletinde bir erkekle hararetli biçimde öpüşmeye başlıyor, sonrasını göremiyoruz ama bu bilgi seyirciye altı kalın kalın çizilmiş biçimde veriliyor.
CİNSEL TERCİH ÖZGÜRLÜĞÜ!
Doğrusu önceleri bu sahneye bakarak, “Netflix gene araya çaya çorbaya limon misali bir eşcinsellik güzellemesi sıkıştırmış” diye düşünmeden edemiyorsunuz. Sherlock Holmes’ün bile eşcinselleştirildiği bir platform neticede Netflix. Ama sonraki bölümlerde, doğrusu işin rengi değişiyor, Arnar’ın da çocukluk ya da ergenlik döneminde Valhalla’daki çocuklara benzer bir cinsel taciz olayı yaşadığı belli belirsiz hissettiriliyor. Üstelik de ailesinden ayrıldıktan sonra Valhalla’daki olaylarda kirli parmağı bulunan üst düzey bir yetkilinin himayesinde yaşarken! Arnar’ın yıllar sonraki seri cinayet olayının üstüne dört elle giderken, Valhalla’yla ilgili kodamanlara dolu dolu “Şerefsizler!” demesinin nedeni de bu aslında.
İlk kez bir dizide (üstelik de Netflix’de), birkaç gramla da olsa, eşcinselliğin bir cinsel tercih özgürlüğü olmadığına parmak basan, dışsal nedenlerin etkisine dikkat çeken bir tavır gördüm. Avrupa’da son yıllarda gündeme çok fazla gelen ve kiliseden benzer yurtlara dek açılan yelpazede yaşanan “çocuklara cinsel taciz” vakaları arttıkça, senaryo yazarları da “The Valhalla Murders”ta olduğu gibi daha nesnel sahneler yazacaklar belki de. Dizinin elbette ki Doğu Perinçek’in “Eşcinsellik ve Yabancılaşma” kitabında olduğu üzere, “’Cinsel tercih özgürlüğü’ dedikleri, sistemin en büyük yalanlarından biridir. Herkes eşcinsel olmaya ‘kendisi’ mi karar veriyor?” saptamasını yankılandırmak gibi bir yönelimi yok ama bu kadarı bile sistemin yalanlarına kapılmamaya yetiyor.
LGBTİ camiası bu diziye pek ilgi göstermemiş anlaşıldığı kadarıyla; yoksa bu kadarını bile tahammül edilmez ve homofobik bulurlar, eşcinselliğin yüceltilmemesini protesto ederlerdi.