Libya’da Astana formatı mümkün mü?

Türkiye, Libya’da attığı adımlarla Doğu Akdeniz’de emperyalizmin kendine biçtiği kefeni parçaladı.

Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’yle yaptığı mutabakatlar üzerinden uluslararası hukuk bağlamında elini kuvvetlendiren Türkiye, UMH’nin ilerleyişiyle beraber askeri üstünlüğü de ele geçirmiş oldu.

Mısır Cumhurbaşkanı El Sisi, General Halife Hafter ve Akile Salih’in Kahire’de yaptığı ateşkes ve siyasi çözüm çağrısı Türkiye destekli UMH’nin askeri zaferini kanıtlar nitelikte.

Özetle Türkiye, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı’na benzer bir biçimde sahada hâkimiyetini kabul ettirmiş durumda.

Başarılarla ne kadar övünsek azdır fakat önümüzde diplomasinin ağırlık kazanacağı bir süreç olacağının farkında olmak ve buna göre siyaset geliştirmekte yarar var.

Aksi halde, askeri olarak üstün ve hukuki anlamda haklı tarafta yer almamıza rağmen doğru diplomatik adımların atılmaması nedeniyle uluslararası planda yalnız kaldığımız Kıbrıs benzeri bir durumla karşı karşıya kalma ihtimali maalesef mevcut.

Yeni süreçte Ankara’nın önündeki soru, Libya’daki askeri ve hukuki başarıları siyasi alana taşımak için hangi diplomatik adımların atılması gerektiğidir.

ASTANA’YI LİBYA’YA TAŞIMAK

Suriye’de Rusya, İran ve dolaylı olarak Suriye’yle kurulan Astana mekanizması, Türkiye’nin önünde başarılı bir diplomasi örneği olarak durmaktadır.

Komşu ülkelerle kurulan bu mekanizma, Suriye krizine bölgesel bir çözüm olduğu gibi Türkiye’nin sahadaki menfaatlerini korumasını da sağladı.

Libya’da Hafter’in yenilgisi sonrası Mısır’dan gelen ateşkes ve siyasi çözüm çağrısı, -Moskova ve Washington’un aynı anda çağrıya destek vermesi kafaları karıştırsa da- Astana örneği göz önünde bulundurularak değerlendirilmeli.

Konuyu somutlaştıralım;

Geçen hafta, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Serrac arasındaki görüşmeyle eş zamanlı olarak Kahire’de Sisi, Hafter ve Salih görüşmesi gerçekleşirken, Moskova’da ise Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov sürpriz bir biçimde UMH temsilcisi Muhammed Tahir Siyala’yla görüştü.

Asıl sürpriz ise Lavrov’un Rus tutukluların serbest bırakılması halinde UMH’yle anlaşma yönündeki mesajı oldu.

Lavrov ve Siyala görüşmesi öncesi ve sonrasında Rus basınında çıkan, Moskova Hafter’den desteğini çekti haberleri ise ortada yeni bir denklem olduğunu ve Kahire’den gelen siyasi çözüm çağrısının Moskova’nın hamleleriyle bağlantısını gösteriyor.

Bu noktada, Libya’da Türkiye karşıtı kampta yer alan Akile Salih’in Kahire’de yaptığı açıklamada, “Hafter’siz bir siyasi çözüm” ifadelerini kullanmasını not etmekte yarar var.

Bir diğer önemli gelişme ise Libya’da Türkiye destekli kuvvetlerin ilerleyişi esnasında, stratejik önemdeki Vattiye Hava Üssü dahil olmak üzere Rusya destekli grupların çatışmaya girmeksizin çekilmesi oldu.

Bütün bu açıklama ve gelişmeleri bir araya getirdiğimizde, Libya’da Moskova’nın Türkiye’yle karşı karşıya gelmek istemediğini ve diğer yandan Mısır’la da ilişkilerini koruyarak ortak bir zemin arayışında olduğunu görüyoruz.

Sonuç olarak, Libya’da Ankara-Moskova ve Kahire’nin ortak bir zeminde buluşma ihtimali zayıfta olsa doğmuştur.

Türkiye’nin:

  1. Libya’da deniz aşırı bir savaş sürdürdüğü,
  2. Bölgede Cezayir ve Tunus’un kısmi desteklerini alarak alan açtığı,
  3. Rusya’yla olan ilişkilerini, ABD-Körfez-İsrail-Yunanistan cephesinin Libya üzerinden bozmak istediği,
  4. Aynı cephe tarafından Mısır’la sıcak bir çatışmaya doğru itilmek istendiği göz önünde bulundurulsa, Ankara-Moskova-Kahire’nin, Astana benzeri ortak bir zeminde buluşma ihtimali kuvvetlendirilmelidir.

MASAYA KUVVETLİ OTURMAK

TSK ve Türkiye destekli kuvvetlerin başarılarının, Türkiye’nin yarın kurulacak Libya masasına kuvvetli bir biçimde oturmasını sağlayacağı su götürmez bir gerçek.

Fakat Libya’da faal olan devletleri göz önünde bulundurduğumuzda, Türkiye’nin önümüzdeki süreci en az kayıpla atlatmak ve kazanımlarını korumak için ittifaklara yönelmesi gerekmektedir.

Bölgenin güçlü ülkesi Cezayir’in Libya’nın birliğinden yana bir tavır alarak, Hafter karşıtı pozisyon aldığı ve UMH’ye de kısmı destek verdiği biliniyor.

Bu doğrultuda, Cezayir’in UMH’nin bileşenleri konusundaki kaygılarını giderecek hamleler yapılması yararlı olacaktır.

Milliyetçi laikler ve Müslüman Kardeşler’e yakın Nahda hareketinden oluşan çift başlı bir yapının hakim olduğu Tunus, UMH’ye destek konusunda söz konusu siyasi parçalanmışlığından kaynaklı gelgitler yaşıyor.

Türkiye’nin, Tunus’ta da Cezayir’dekine benzer bir biçimde milliyetçi laik grupları, Libya’da “gizli bir Müslüman Kardeşler ajandası” olmadığı konusunda ikna etmesi gereklidir.

ABD’nin de Tunus’a asker göndermek suretiyle bölgeye daha aktif biçimde müdahil olmak için fırsat kolladığını belirtelim.

Diğer yandan, Cezayir ve Tunus yönetimlerinin tarihsel ve ekonomik bağlar nedeniyle Mısır’ı direkt olarak karşılarına alacak bir saflaşmanın içine girmeyecekleri aşikar.

Batı bloğunda ise ABD’nin ikili bir oyun içinde, Libya’da değişen güç dengelerine göre hareket ettiği ve iki tarafla da son ana kadar ilişkilerini koruyan bir siyaset izlediğini görüyoruz.

AB ülkesi İtalya da ABD’ye benzer bir biçimde hareket ederken, Hafter’in yanında saf tutan Fransa, Türkiye’nin etkin siyasetleri karşısında boşa düşmüş durumda.

Komşumuz Rusya ise Hafter’e verdiği desteğini, yazımızın başında belirttiğimiz üzere çekme yolunda adımlar atarken diğer yandan Akile Salih ve destekçileri üzerinden Mısır’ı da dışarıda bırakmayacak bir çözüm arayışında.

Birleşik Arap Emirlikleri ise tamamı ile Türkiye karşıtı bir siyasetle, Ankara ve Kahire’yi karşı karşıya getirmek için elinden geleni yapıyor.

ANKARA VE KAHİRE ARASINDA MOSKOVA

Parçaları bir araya getirdiğimizde Libya’da, Suriye’dekine benzer bir biçimde karşıt cephelerde yer alsalar da Ankara ve Moskova’nın direkt diyalog ve hatta iş birliği içinde krizi çözmemesi için bir neden bulunmuyor.

Olası Ankara-Kahire iş birliği Cezayir, Tunus ve Mısır’ın Libya krizine yaklaşımını olumlu yönde etkileyecektir.

Önümüzdeki dönemde, ABD-Körfez-İsrail-Yunanistan hattının Türk-Rus diyaloğunu dinamitlemek amacıyla Libya’da farklı gruplar içinde yer alan, kendilerine yakın şahıs ve klikleri harekete geçirmesi beklenebilir.

Türkiye doğru ve birleştirici adımlar atması halinde sadece çıkarlarını korumakla kalmayacak, Batı’nın Libya üzerinden bölgeye sokmak istediği kamayı boşa çıkarttığı gibi bugün karşısında yer alan ülkeleri de kendi tarafına çekmeyi başaracaktır.

Ankara-Moskova-Kahire hattında yeni gelişmelere gebe bir sürecin içerisindeyiz.

Bu aralar sıkça başvurduğumuz Çinli düşünür Sun Tzu’nun yüzyıllar önce ifade ettiği üzere; “Maharet yüz savaşta yüz zafer kazanmak değil, düşmanı savaşmadan mağlup etmektir.”