Lozan dün değil bugündür, gelecektir

İlk önce birinci satıra şunu yazalım.

Lozan dün değil, bugündür. Gelecektir.

Bugün, “ah ah neydi… o günler…” diye sahildeki masalarda iç geçirme günleri değildir.

Geçmiş anılarla kaybedecek zamanımız yoktur.

Geleceği kurmak için kuruluş zamanıdır.

EN BÜYÜK GÜÇ MİLLİ EGEMENLİK BİLİNCİDİR

O masaya oturduğumuz zaman da öyleydi.

“Türk milletinin bağımsızlığı, egemenliği için önünde sonunda elde etmek zorunda olduğu esasların dünyada onaylanacağından asla şüphe etmiyorduk.”

-“Çünkü gerçekte, bu esaslar, kuvvet ve başarıyla fiilen ve maddeten elde edilmişti. (..) Taleplerimiz, açık ve doğal haklarımızdı.”

-“Bundan başka, haklarımızı korumak ve elde etmek için kudretimiz de vardı, kuvvetimiz de yeterliydi.”

Koca koca devletler karşımıza oturmuştu.

O masada o ünlü kurtların karşısına iyi dil bilen değil, diplomasi deneyimli değil… henüz ayağından çizmelerini yeni çıkarmış… ama işte bu gerçeğin çok iyi bilincinde olan biri seçilmişti.

Neyimize güveniyorduk?

Bırakın F-16’ları, doğru düzgün pır pırlı uçağımız bile yoktu.

Ama,

-“En büyük kuvvetimiz, en güvenilir dayanağımız, milli hakimiyetimizi idrak etmiş ve onu fiilen halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispat etmiş olmamızdır.”

YÜZYILLIK HESAPLAR MASADA

20 Kasım 1923’te görüşmeler başladı. 77 gün.

Mustafa Kemal, tartışmaların çok hararetli geçeceğini biliyordu. “Çünkü” diyor "masada sözkonusu edilen sorun yalnız üç-dört yıllık yeni devreye ait ve mahsus kalmıyordu. Yüzyıllık hesaplar görülüyordu.”

Türkiye’nin güçlü devrim tarihi. Emperyalizm o gün de bugün de bu gerçeğin bilincinde.

Değil 200 yıl, 500 yıl geçse de boşuna umutlanmasınlar.

Hesaplarını göreceğiz.

EKONOMİYLE TAÇLANDIRMAK

4 Şubat 1923’te masayı terkettik.

Zor günler.

Elde avuçta yok, askerin ayağında çarığı bile kalmamış.

O sırada Mustafa Kemal bütün Anadolu’yu dolaşıyordu.

Bütün milletimiz yediden yetmişe, köyden kente Kürt'üyle Türk'üyle, kadınıyla erkeğiyle bağımsızlık fikriyle donatılmalıydı.

Ama çok önemli bir konu daha vardı.

Savaş alanında kazandığımız bağımsızlığımızı ekonomiyle taçlandırmalıydık.

17 Şubat’ta o günlerin zor koşullarında müthiş bir örgütlenmeyle seferber olundu, İzmir İktisat Kongresi toplandı.

DEVRİMİN HARCI

Sağlam temeller atılmalıydı.

Cumhuriyetimizin ve devrimlerimizin harcı.

Üretim Devrimi.

Millî devlet, millî hükümet, millî ekonomi…

50 gün aradan sonra tekrar masaya oturduk ve "Türk millî ve bağımsız devletinin doğum belgesini” imzalattık. Kapitülasyonlar kaldırıldı. Millî egemenliğimiz ve bağımsızlığımız her alanda tanındı.

DOĞACAK GÜNEŞİ GÖRENLER

Sevr’i imzalayanlar masadan kovuldu.

Kimdi onlar?

Emperyalizmin çuvalına başını uzatanlar, her buyruğuna boyun eğenler.

Kursağında lokmasını barındıranlar.

Onlar masadan kaldırıldı.

Biz oturduk.

Dizleri titremeyenler. Doğacak güneşi görenler.

Bugün de bu şafaklarda yüzen al sancağın, en son ocak tütene kadar sönmeyeceğini bilenler.

DURUMU İDARE EDENLER ESASLI İNKILAP YAPAMAZ

Mustafa Kemal'in de o zaman söylediği gibi “barıştan sonra da çalışmayı elden bırakmayacağız, çünkü düşmanlar da öyle yapıyor”, “biz hakiki bir inkılap yaptık ve inkılabımızda devam ediyoruz. (…) Üç senede esaslı bir inkılabın son bulacağını kabul etmek hata olur. Belki zaman zaman, şöyle veya böyle bir şeyler olacaktır! Kanaatimizi sabit, muvaffakiyet ümidini hâkim bulundurmak sayesinde galebe bizimdir. (...) Hepsini memnun edeyim dersek, mümkündür. Hepsi memnun olur ama biz maksadımızdan uzak kalmış oluruz. İdareî maslahatçılar esaslı inkılap yapamaz."

İşte bu kararlılıktır, bu bilgidir, bu deneyimdir, Türkiye Cumhuriyeti’ni bugün de zorluklardan düzlüğe taşıyacak olan.

Lozan… Lozan.. dediğimiz budur.

Millete güvendir.

15-16 Temmuz da bir kez daha gördük.

Emperyalizme karşı dik durmaktır.

Bu milletin arzusudur.

Mucizeler yaratmışız.

Yine yaparız.

MİLLETİN KADERİNİ TAYİN EDECEKLER, VATANPERVER OLMALI MECLİS’E GİRMELİ

Atatürk gerçekçi. Nasıl yapacağına da bilimle önderlik ediyor.

“Benim ve hepimizin düşünmeye mecbur olduğumuz şey, hakikaten bu memleket ve milleti kurtarabilecek beyinlerin, vatanperverlerin bir araya gelmesini temin etmekten ibarettir. Bu faziletlerde bulunan insanlar her nerde ise ve her ne ise bunu almak ve milletin mukadderatını tayin ettirdiğimiz Meclis'in içine koymak lazımdır. Akıl, ilim, tecrübe hareket hattının tebitinde hâkim olmalıdır.”

19 Aralık 1922 Lozan’da sabah saat dört.

İnönü de Mustafa Kemal Atatürk de sabahlara kadar görevlerinin başında. Geç vakitlere kadar haberleşiyorlar. Omuzlarında o büyük sorumluluğun ağırlığıyla o ciddi asker İnönü, Atatürk’e “laubaliğimi affet, hasretimin şiddetindendir” diye mektup yazar “Aziz kahramanım, reisim, ve kardeşim”, “benim güzel paşam” diye seslenir,

-“Neticeden memnun olacak mısın, seni ne zaman göreceğim…”

26 Aralık’ta yanıt gelir.

“Parlak bir başarı neticesiyle şerefli dönüşünüzü düşünerek teselli bulmaktayım. Orada kazandığın ihtiramlı mevkii ve cihana gösterdiğin kudret, zeka ve liyakatı mutlulukla seyrediyorum.

“Aynı hasret derecesiyle seni ne kadar göreceğim geldiğini bilmem tahmin edebilir misin…

“Görüşeceğiz hem de mesut günlerde. Onu da sen temin edeceksin.”

Yüzyıl sonra da görev başındayız.

Geleceğe umutla bakıyoruz.

Daha mesut günleri temin edeceğiz.