Maceraya Doğru (1)-(TAMAMI)

,

Türkiye Cumhuriyet'i kurulduğu günden bu yana özellikle dış politikasında “maceraya” hiç yer vermemiş ve Gazi Mustafa Kemal’in koyduğu “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkesinden bir milim bile, hele yabancıların isteklerine uyarak sapmamıştır. 1938’den sonra İsmet Paşa’nın Cumhurbaşkanlığı sırasında aynı politika özenle izlenmiş ve 1964 yılında Türk jetlerinin Kıbrıs üzerinde göründüğü ana kadar dost ve müttefiklerinden bir uyarıya dahi muhatap olmamıştır. 1964 yılında ABD başkanı Lyndon Johnson’un İsmet Paşa’ya yazdığı ve Türkiye’nin en başarılı habercisi Cüneyt Arcayürek tarafından kamuoyuna duyurulan o mektuba günün Başbakanı İsmet İnönü’nün verdiği yanıt bir tokat gibi ABD başkanının suratında iz bırakmıştır. İsmet Paşa diplomatik nezaket sınırları içinde kalmaya özen göstererek bir süper devlet başkanına ancak bu derece geri adım attırıcı bir darbeyi vurabilmişti.

1917'de aynı manzara...
Türkiye 2011 yılının Ağustos ayında çok değişen iç ve dış koşullar altında, ABD ve AB’nin zoruyla kendisini hiç ilgilendirmeyen ancak Başbakanının ağzında “Türkiye’nin iç meselesi sayılan” bir nedenle savaş tamtamlarını çalmaktadır. Oysa Türkiye bundan yıllarca önce 1917’nin bahar aylarında böyle bir manzarayla karşılaşmıştı. 1917 ve 2011 arada ne kadar zaman var siz hesaplayın. Dünya savaşın içindeydi. İsmet Paşa 20. Kolordu'ya nakledilmişti ve 1. Ordunun Gazze cephesi olarak tanınan hattının sol tarafında bir kolordu bulunuyordu. Onun solunda Alman generali Won Kress Paşa bu cepheye komuta ediyordu. Osmanlı ordularını savaşa katmak amacıyla Halep’te bir ordu teşkili için her yerden kuvvet toplanıyordu. Bizim olmayan bir savaşın içinde İsmet Paşa Halep’te yeni kolordunun başındaydı ve savaşın adı Suriye Cephesi harekatıydı. Türk ordundan Filistin ve Suriye muharebeleri için fedakarlık isteniyordu. Birinci Dünya Savaşı'nın daha ilk devrelerinde ordunun bir kısmı Mısır’a karşı bir taarruz için İngiliz İmparatorluğu'nun dominyonlarından toplayarak göndereceği ordulara yol açmak için kullanılıyordu. Aslında bu telef etme operasyonu da sayılabilir! Ordu bir taraftan Süveyş Kanalı'na sefer yapıyor, bir taraftan Alman karargahının isteklerini yerine getiriyordu. İsmet Paşa’nın kuvvetleri Sina çölünden geçerek Kanala taarruz etmeye başladılar. Bu saldırı 1916 sonuna kadar devam edecektir. 3. devre İngiliz saldırısının bütün Arabistan’ı istila şeklinde genişleyerek Irak ve Suriye’nin kuzey hudutlarına kadar Osmanlı için kaybedilerek neticelendi. İsmet Paşa diyor ki:

-“Harbe girdiğimiz zaman yetişmiş büyük Türk ordusunun nasıl israf edileceğini bulmakta güçlük çeken zekalar harp sonunda en çok kayba uğramış en yorgun düşmüş ülke haline geldiğimizi şüphesiz elemle görmüşlerdir.”

Suriye Cephesi'nde cereyan eden hazin olaylar ve yabancıların bizi ittiği mağlubiyet, 1917 Mart’ının son günlerinde İngilizlerin Gazze mevzilerini bombalamasıyla devam etti. Savaşı kaybediyor, şehitlerimizi arap süngülerine terk ediyorduk. Dehşet ve kan çöllerdeydi Araplar İngilizlerle bir olup bizi arkadan vuruyordu.
Bu kaybın nedeni, Balkan bozgunundan sonra, ordunun devam eden ikmal eksikliğiyle anlatılabilir. Suriye Cephesi ve Sina çölleri büyük bir hezimetin örneğidir. Kan ve barut kokan bir hezimetin...

2011 Yılının Ağustos’unda yine böyle bir emr–i vakiyle karşı karşıyayız....