Macron ve küresel kabadayılık özentisi

Fransa’yı zor günler, Macron’u uykusuz geceler bekliyor. Demiryolu Reformu’na karşı çıkan işçiler ve hükümet arasında başlayan bilek güreşi gittikçe siyasi çekişmeye dönüşüyor. Fransa demiryolu, hava yolları, devlet elektrik ve gaz kurumu çalışanları ayaklandılar. İşçiler, pilotlar, makinistler, enerji çalışanları, dokuz büyük üniversite öğrencilerinin de destek amaçlı katıldığı dev grev dalgası Salı günü ülkeyi tsunami gibi etkiledi. Fransız sendikaları radikalleşti, ilk kez yeni grev yöntemleri benimsediler, üç ay boyunca haftanın iki gününde Fransa’yı karada havada felç etmeye niyetliler. Grevin ilk gününde katılım oranı yüzde 77’ye ulaşmış, son on yılın en yüksek katılım oranından bahsediliyor. Öfkenin nedeni Macron’un reformları parlamentoda oylatmadan kanun hükmünde kararnamelerle geçirmek istemesi. Reformdaki “yıpranma payı ve iş garantisi” tuzağının makinistlere “statü kaybı” getirecek olması, Fransız Demiryolu Şirketi (SNCF)’nin 2020’da özelleştirmeye hazır hale getirileceği haberinin bardağı taşırdığı söyleniyor. Bu hafta “kara salı” ile yaşanan büyük kaosun buzdağının sadece görünen yanını oluşturduğunu söylemek mümkün. Devasa borç ve banka krizi ile boğuşan, getolarında yaşayan göçmenlerle sorunlu, sendikalarla zıtlaşan Fransa’nın Cumhurbaşkanı Macron’un evin içindeki yangını bırakıp, dünyaya çeki düzen vermeye kalkması doğrusu ibretlik. Trump’ın “Suriye’ çekileceğiz” açıklamasının hemen ardından genç Macron’un aldığı talimat doğrultusunda sahaya atlayıp “Suriye’de PYD/PKK dahil Kürtlere” destek garantisi vermesi ve Münbiç’e 50 üstün yetenekli askerini göndermesindeki hızı parmak ısırttı. “Çıldırdı mı, 3. Dünya Savaşı mı istiyor?” dedirtti. Avrupa’da bazı yorumcular sözünü hiç esirgememiş “Rothschild’in adamı Macron’un Suriye’de ne işi var?” diye sormuş. Macron’un en son Çarşamba günü Venezuella’ya seslenerek, 20 Mayıs’ta gerçekleştirilecek seçimlere yönelik “Demokratik kurallara uymazsa müdahale ederim.” tehditi de akıllara durgunluk. Macron’la ilgili haberlerin altına yapılan yorumlar sert eleştirilerle dolu. Bir Alman gazeteci sosyal medyada Fransa yüzde 61,5 oyla seçtiği “yatırımcı banker” Macron’u henüz tanımıyor diye yazmış. Yorumlara göre, Macron Yeni Dünya Düzeni’nin büyük oyuncusu Yahudi damat Kuschner’le sıkı fıkı ve Trump’ın planlarına destek veriyor. Yeni düzende Trump Amerika’sı, Fransa ve Kraliyet İngiltere’si Yahudi AIPAC’ın (American Israel Public Affairs Committee) safında Pentagon’a karşı yer alıyor. Yahudi AİPAC ve Pentagon arasında çatışma büyük, çünkü Amerikan İsrail Kamu İşleri Komitesi (AIPAC) yeni süreçte küresel para, enerji ve ticaretteki en büyük paya talip. Öte yandan Trump Amerika’sı ile Merkel’in pek anlaşamadığı ortada. Çeşitli lobileri arkasına alıp küstahlaşan Macron’un tutumu iplerin Merkel Almanya’sının elinde olduğu Berlin-Paris hattını nasıl etkileyeceği de ayrı konu. Her halükarda Trump’ın önce Suriye’den “askeri varlığımızı çekeceğiz” açıklaması yapıp, arkasından Ankara’daki Üçlü Zirve’ye denk getirerek u-dönüşü yapması, buna paralel aynı gün İşçi partili İngiliz yetkililer ve milletvekillerinin Suriye’de YPG kontrolündeki Kamışlı’da terör örgütü temsilcileriyle bir araya gelerek, dayanışma sözü vermesi, Macron’un çıkışları Avrupa kulislerinde hayra yorumlanmıyor. Üçüncü düya savaşı bir kıvılcıma bakıyor yorumları sıklaşıyor. O tek kıvılcımın ne olduğunu Irak savaşından bu yana tüm dünya biliyor; Tony Blair destekli “kimyasal silah kullanıldı” yalanı. Şimdi dört gözle İdlib’deki ekiplerden kimyasal gaz provokasyonu bekleniyor. Kirli oyun yine tutar mı, Ankara’daki Zirve’nin sınavı olacak. Bu nedenle “Türkiye büyük devlete yakışan biçimde Şam’la derhal doğrudan diyalog kurmalı.” çağırısını bıkmadan tekrar edeceğiz. Buradan küresel külhanbeyliğe soyunan Macron’lara da seslenelim, bir kez daha FALSE FLAG kimyasal provokasyonlarla savaş çıkarırlarsa, savaşın kendi iç cephelerini de saracağından emin olsunlar, bu sefer altında kalırlar.

ALMANYA

Evvelsi gün Ankara’da gerçekleştirilen bölgede barış için büyük önem taşıyan Türkiye-Rusya-İran Zirvesi’ne Federal Alman Hükümeti’nin eleştirel yaklaştığı, buluşmaya “başarı atfetmediği” anlaşılıyor. Suriye Zirvesi’nin yapıldığı gün Dışişleri Bakanı Heiko Maas Ürdün’de Alman üslerine ziyaret gerçekleştirirken, Dışişlerinden sorumlu diğer Devlet Bakanı Niels Annen’in (her ikisi de Sosyal Demokrat Partili) Ankara’daki buluşma için “Aslında bir savaş zirvesi, katılan her üç taraf ta askeri bağlamda savaşın içindeler, bu üç devlet başkanının buluşmalarından bu zaman kadar siyasi çözüme bir katkı çıkmadı.” açıklaması şaşırtmadı, Almanya inisiyatif dışında kaldığı bir oluşumu, zirveyi övmez, oyun dışında kalmayı sevmez. Çarşamba günü aynı saatlerde Almanya Büyükelçisi Martin Erdmann’ın İstanbul’da Türk gazetecilerin ağırlaması haberlere “Türkiye ve Almanya ilişkilerinde buzlar eriyor” başlığıyla düştü. Erdmann 15 Temmuz’a yönelik “Geç anlamış olmamız, şüphe anlamına gelmez” ifadesini kullanmış. Kuş uçsa haberi olan çok güçlü istahbarat örgütüne sahip Almanya’nın açıklamalarına ne diyelim? Almanya, Türkiye ile ilişkilerini 15 Temmuz öncesinin koşullarına göre kurgulamıştı, oyun bozulunca çabuk adapte olamadı, “Bir anda bu durumun değişikliğini kavramamızı beklememelisiniz” açıklaması o yüzden. Berlin’in Türkiye’yi kaybetme riskini almayacağı, durumu en kısa zamanda jeostratejik çıkarlarına uyarlayacağından şüphemiz yok, sonuç olarak Almanya’nın bölgede binbir hesabı var, Asya pazarlarına Türkiye üzerinden açılmak istemesi bunlardan bir tanesi. Diplomatın S-400 konusundaki “Türkiye elbette alabilir ama bunlar NATO ile uyumlu değil” açıklaması işin rengini ele vermiş; Almanya bu, huyundan vazgeçmez, Türkiye’yi sonuna kadar NATO’ya bağlama doktrininden vazgeçmeyecektir. Bizden söylemesi.