‘Madencinin Fıtratında Ölüm Vardır!’

Böyle söyler Türk büyükleri! Zonguldak akla geliverir; sonra Soma, Ermenek… Geçen hafta Erzurum’daki altın madeni faciası. Çıkarılan ne olursa olsun o “kara” bir madendir. Eskiden beri Zonguldak’ta doğanlar “mükellef”tir! Osmanlı’da da Nizamnâme, erkeklerin Ereğli sancağında madenlerde çalışmaya mükellef olduğunu yazar. Ata yadigârıdır meslekleri. Ders kitaplarından biliriz Uzun Mehmet’in hikâyesini! Hayatıyla ödemiştir memleketine hizmet etmenin bedelini. Zonguldak’ta madencilerin önünü aydınlatır elinde feneri.

NE DENİRSE YAPTIKLARI İÇİN ADLARI ‘KIVIRCIK’A ÇIKMIŞTIR!

“Oğul biz “Kıvırcık”ız der baba! Buralarda doğan çocuklar da soylarının “Kıvırcık” Türk boyundan geldiğini sanır. Köylerde çocuk oyunları bile maden üzerinedir. Meydanlarda güreş tutturulur çocuklara! Galip olan götürülür ocaklara… Madenci olmaktan korkan okur, büyük adam olur! Büyük adamlar da madencilere musallat olur.

Kadınlar mı? Yoğurt mayalar erkeği için! Olanaksız uzun bir ömür için! Leğenlerde yıkanır iş elbiseleri. Sokaklardan akan sular karadır, dereler kara! Şehre kışın sıcak bir siyahlık yayılır! Nefes almak ne yerde ne gökte mümkün! Yer kara! Gök kara! Kara elmas, kara kuyuda ölüm saçar gündüzleri, geceleri…

Toprak ananın dölyatağını bekleyen Ea, Mezopotamya’dan ölümlüleri izler. Vaktinden önce madenleri çıkarttıkları için bedelini madenciler erken ölümle öder. Emeklilik tez zamanda olsa da akciğerlerinin nefesini ne zaman keseceğini düşünerek döngüye boyun eğmek zordur. Ha kömür ha siyanür! Ölümün yakın olduğunu doğrularsa doktor, evin geleceği ne olur? Öğle yemekleri madendedir. Yerin üstü haram! Gece vardiyası ritüelin bir parçası. Dilde yanık bir türkü, cigara yakılır kadere inat!

AİLE OCAĞI MADEN OCAĞI

Bayramlarda çocuklar sevinçli. Bir ikramiye verilir belki! İkramiye bayramlıktır! Evde değildir baba! Fazla mesai, fazla para! Değişmeyen tek şey, sömürülen emektir! Orta Çağ’da, sokaklarda boyu eğilmekten kısalmış, onurlu teriyle, sürmeli gözlü adamlar dolaşır bir deri bir kemik!

Bu bir oyundur perdesi hiç kapanmayan. Tiyatronun son perdesinde bazen bir heyelan olur; bir patlama, bir siren sesi duyulur. Kadınlar, çocuklar, nineler, yaşayan dedeler yollara dökülür. Yürek yakan haber beklenir. Haber geldiğinde, aile ocağından acı bir feryat yükselir. Madencileri kurtaranlar, çoğu zaman yine madencilerdir. Yeraltı, yerüstü kenetlenir. Sonunda insan bedeli tazminatlar ödenir!

Koşullarında iyileştirmeler getirdiğinin nutkunu atan işveren, gittikçe acımasızlaşarak eskisinden daha yırtıcı bir zorbalıkla derebeylik düzenini devam ettirir.

AKILLARA EMİLE ZOLA’NIN ‘GERMİNAL’İ GELİR

Arada bir çatlak sesler çıkar. “Neden ücret az? Neden koşullar insanca değil? Neden yazgı ölüm? Neden taşeronluk?” Bu koca elli adamların sabrı taşıverir. Zehri solurken ne cepleri ne canları kollanmaktadır. Germinal’in yazıldığı yıl 1885. Kocaman Etienne ile kara adamlar kötülerle savaşmalıdır. Germinal, “ürün, bereket” demek. Tohumun yeşermesi demek… Bir şeylere gebe olan bu topraktan, gelecek yüzyıldaki hasat için kapkara bir ordu halinde, insanların yetişmesi demek!

“Bu sömürüye şöyle ya da böyle son vermek gerekiyordu; ister anlaşmaya vararak, yasalar yaparak dostça, ister her şeyi yakıp yıkarak, birbirini yiyerek vahşice, mutlak bir çözüm yolu bulunmalıydı. Daha adil bir düzen kurulacaktı.” dese de Zola, devrimi müjdelemez. Gelenekler, inanç; elini, kolunu bağlar. Yıllar geçtikçe kuşatma altındaki insan; kendine, gereksinimlerine yabancılaşmıştır. Çünkü “20. yüzyılın gerçek tutkusu köleliktir.”

YAZGIYA ‘HAYIR’ DEMEK!

1908, Osmanlı’da terk- eşgal zamanıdır. İstedikleri sadece dispanser masrafları…

1965 Mart’ında yerin üstünü ateş sarar. İki işçi Kozlu’da, direnişte, kolluk kuvvetlerince öldürülür. “Terk- i eşgal”in adı “grev” olur. 1969’da yerin üstünü ateş sarar. Madenciler Alpagut’ta 35 gün dellenir.

1978’de direniş film setidir. Adı “Maden. ”Yavuz Özkan yönetmen. İlyas (Cüneyt Arkın) “Biz bu dünyayı kuruyoruz ellerimizle, bunun şakası var mı? Tohumu toprağa atan biziz! Söyle bana demiri potada kim eritiyor, çeliğe kim su veriyor?” derken yanında Yeşilçam’ın devrimcisi Nurettin (Tarık Akan) vardır. Sarı sendikadan işçileri kurtarmak gerek! Dolar taşar sinemalar… Sanat işçilere “Haydi kalkın ayağa!” demektedir.

1986 – 89’da da kafalar kalkar ama asıl 1991’de gümbürtü kopar. Yerin altındaki hayvan ile nebat, madencinin sesini bir müddet duymayacaktır. Yüz bine yakın kadın, anne, baba, çoluk çocuk ekmeğini patrona kaptırmamak için yemin eder. Bu başkaldırının sonu ölüm olsa da hedef Ankara’dır. Öbür kıtalardan ses verir kardeş işçiler. Kara maden gemilere yüklenmeyecektir.

BİZİM ‘GERMİNAL’İMİZ BAŞLAR…

Ankara otobüslerinin tekerleği yoktur! İnsanın tekerlekten önce ayakları yok mudur? Tabana kuvvet. Değişim için adımlar başlangıç olmalıdır. Çoluğu çocuğuyla bu kısırdöngüye boyun eğmiş, dul kalmayı borç bilen korkusuz kadınlar, eşleriyle birliktedir.

Yüz bin kişi akın akın yürüyüşe geçer… İlk mola yeri Karamanlar Köyü… Çoktan barikat kurulmuştur. Aşıverirler. Askerler de pek gönülsüzdür işlerini yapmaya. Ardından Devrek’te evlerin kapıları ardına kadar açılır emekçilere. Gri adamlar, arayı bulamama görevlerini yerine getirirler. –sa/-se ekli cümleler, düz cümlelere çevrilmeyerek gider gelir.

Ankara yolu soğuk. Battaniye, ilaç, gıda gerek. 70 kilometre kaldı. Ha gayret. Kolluk kuvvetleri bu sefer sert. İhtiyaçlar yetişmezse… Gerede’de 201 gözaltı. Sendika, partiler, devlet; sacayağını oluşturmuştur bile. İşçi bekler Mengen’de değerini. Nafile!

İSTENEN BU DEĞİL MİDİR?

Sendikalar mı? Patronların emniyet vanası! Devrimci gecelerin hikâyelerinde kalmıştır eskilerin gözü kara, gönlü pak işçi temsilcileri, sendika başkanları… Düzen bozulacak değil ya! Hükümet ile anlaşma ortamı yaratılır! Beş günlük “Büyük Madenci Yürüyüşü” tamamlanır.

Aydınlığa çıkan tüm yollar uzun süredir bizlere kapalı! Bizler de pek yollara düşmeye niyetli değiliz! Bazen bir madenci Karaoğlan’ın fotoğrafını hatırlar, bir “Ah!” çeker. Geride kalmıştır insan devlet adamları. Zorbalıkla, cehaletle, dinle ayakta kalan bu çağ, tekellerin Orta Çağı’dır.

Yerin yedi kat dibinde, madenci öfkeyle durmadan kazmasını sallar. Vurulan her kazma, patlatılan her dinamit açgözlü insanların kafası içindir!