Mafiyozinin ökçesi

Yazılarını eleştirel bir zevkle okuduğum yazarlardan Zülal Kalkandelen, geçen hafta, “Köşenden gereğini yapacaksın” yazısına Robert Black’e ait bir sözle giriyordu: “Diktatörlüklerde medya, devlet tarafından kontrol edilir. Demokrasilerde medya, siyasi bağlantıları olan zengin kişiler tarafından kontrol edilir. Objektif medya ve gazeteciler ana akımda yoktur.”

Kalkandelen, daha sonra, sözü yorumlarken şu görüşlere yer verdi:

“'Basın özgürlüğü, onun mülkiyetine sahip olana aittir.' Birçok gazete ve haber kanalında farklı sesler duyduğunuzu sansanız da aslında duyulan tek bir korodur.

"Bunun karşıtı ise gerçeği halka aktarmak için habercilik yapan, belli odaklardan fonlanmayan bağımsız ya da alternatif medyadır. Sayıları çok az da olsa vardır. Medyanın sahibinin kim olduğu, onun bağımsızlığını doğrudan etkileyen başat faktördür. Medya ile ilgili çarpıcı gerçek budur.”

YAZBOZ YASALARI VE ŞİDDET

Kalkandelen'in yandaş medya üstüne çarpıcı örnek ve yorumlarla ilerleyen yazısı bana Jack London'ın 1908'de yayımladığı Demir Ökçe'deki (İş B. Y., 2020) şu sözlerini anımsattı: "Amerikan basını… Pöh! Kapitalist sınıfın sırtından geçinen bir parazittir. Görevi kamuoyunu şekillendirerek düzene hizmet etmektir. Bunu da gayet güzel yapar."

London'ın demokrasilerde 4. kuvvet olarak görülen basına ilişkin saptamalarında kamuoyunu yönlendirme açısından korkunç derinlikler içeren şu sözleri de sıraya girer: "Günümüzde yasayı yapan Oligarşi, o yasayı uygulatmak için bir baş işaretiyle polisi, orduyu, donanmayı ve son olarak da sizden, benden ve hepimizden oluşan milis kuvvetini seferber edebilir. ... Tam o günlerde, hiçbir uyarıda bulunmaksızın, nereden çıktığı belli olmayan bir güruh toplanıp bir gece Amerikan bayrakları sallayarak ve hamasi marşlar söyleyerek kocaman tesislerini ateşe verdiler ve Appeal'i (sosyalist yayın organı) tamamen yok ettiler."

KOPUŞU TERSYÜZ ETMEK

Halk güçlerinin çeşitli yöntem ve biçimlerle suskunlaştığı, örgütlü yapıların genelleşen şiddete bağlı olarak toplumsal hak arayışını unuttuğu süreçlerde siyasal iktidarın sözcüleri son derece pervasızlaşır. Son 20 yılda bunun binlerce örneği yaşandı da, toplumsal ve ekonomik yapılanmayı bir gecede altüst eden çok şiddetli zam depreminin haber verildiği açıklama, asla unutulmasa gerektir. Daha Aralık 2021'de bakanlık görevini devraldığı günlerde Nureddin Nebati, yüksek enflasyon altında ezildiklerini yansıtan işçilere, hiçbir iktidar sorumlusunun niyet bile edemediği bir gözü karalıkla, bir çırpıda, “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer." deyiverdi. Marx'ın Manifesto'da, "İşçilerin zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur" sözünün asıl vurgusunu makaslayan Nebati, "Kazanacakları koskoca bir dünya var" yerine, patronların tüm dünyayı mülk edinmelerini geçiriyordu.

TAM KOPUŞ

İlber Ortaylı'nın çok yerinde bir belirlemeyle yirmi yılda yapılanların üstüne oturtulduğunu söylediği Bakan Nebati, geride kalan on ay boyunca ne çamlar devirdikten sonra, geçtiğimiz günlerde, yine, dünyayı ben yarattım edasıyla diye koydu: ''Neo klasik ekonomi düşüncesinden epistemolojik bir kopuşu temsil eden heteredoks yaklaşım günümüzde giderek ön plana çıkan davranışsal ekonomi ve nöro-ekonomi ile daha fazla önem kazanmaktadır." Gerçek şu ki, "çizmesinin konçlarını çekerek havalanacağını" düşünmek işte buna denir.

Birçokları; emekçilerin üstüne çığ halinde gelen zamları unutturma gevezeliği olarak gördükleri bu sözlerden hiçbir şey anlamadığını öne sürerken, Bakan Nebati anlam noktasında ısrarlıydı: "Biz iş adamıyla iş adamı gibi, çiftçiyle çiftçinin dilinden konuşuruz. Hem alaylı hem de mektepli olarak konuşurken hangi dili nasıl ifade edeceğimizi çok iyi biliriz."

Doğrusu, "ne oluyor?" demeye kalmadan, topluma dertlerini unutturma söyleminde postmodern şairleri şaşırtacak örneklerle ilerleyen ana muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, başörtüsü üstüne yasa teklifiyle naif bir tutum sergileyerek şeytanca niyetleri dürtükleyince toplum olarak mephistomolojik ve tam koptuk.