Mağaradan rezidansa, abesle iştigal etmek!

En ünlü Hint mistik düşünürlerinden biri olan, çağdaşımız Osho’nun mezar taşında şöyle yazar:
“Hiç doğmadı, hiç ölmedi, sadece bu alemi 11 Aralık 1931 ile 19 Ocak 1990 tarihleri arasında ziyaret etti ve çekip gitti!”

Buna benzer sözleri en çok söyleyen insanların yaratıldığı bir kültürden geliyoruz. Türkiye’mizin tarihinde buna benzer, bizim bildiğimiz şekilde hayatı ciddiye almayan ve burada bulunup bulunmamak arasındaki farkı da fazlaca takmayan, binlerce düşünürümüz mevcut elbette.

Yunus Emre ile başlarsak, Neyzen Tevfik’e kadar bu hayatı takmayan düşüncelerini, şiirler halinde bize bırakıp sonsuz aleme göç eden o kadar çok sayıda atamız bizi seyretmekte yukarılardan. Ve halimize kahkahalarla gülmekteler.

Hele de son günlerdeki Narin olayı sebebiyle manşetlere çıkan, “bize ne oldu da böyle olduk” türünden sorular hem Türk toplumunun hayretini hem de naifliğini ifade eder bizce. Çünkü bu olan biteni sadece Türk insanının “kötülüğüne” bağlayıp, elaleme hayranlığı göstermek için bahane olarak kullanmanın alemi de yoktur. Bununla Zülfü Livaneli’nin Norveç övgüsünü hatırlatmak isteriz.

4,5 MİLYARDA SON 12 BİN SENE

Genel insanlık, zaten çok düzgün bir yaratık mıdır ki? 4,5 milyar senelik fiziki dünya hayatında, bizler daha 20 bin sene öncesine kadar mağara adamı-kadını şeklinde hayat sürdürmeye çalışan yaratıklar idik.

Düşünün ki, 12 bin sene önceki Göbeklitepe’yi bulunca, acayip bir psikolojiye bile girip, “tarih yeniden yazılıyor” dedik. Bu, insan olarak “insani medeniyetimizin” ne kadar genç ve tecrübesiz ve de ham olduğunu ifade etmez mi, tek başına bile?

Bakmayın “Yapay Zeka” tartışmalarının her gün gazeteleri ve TV ekranlarını süslediğine. Ya da herkesin elindeki “akıllı telefonları”, özellikle de en fena şekillerde kullanmalarının, bir epidemi haline geldiğine.

İnsanın maddesi, o kadar da kaliteli değil aslında. Eğer topraktan yaratılmaya inanıyorsanız, o zaman bu toprağın hamurunun, henüz o kadar iyi karıştırılmadığını düşünmelisiniz. Eğer evrimci iseniz, evrimin orta yerindeki Homo Sapiens ile Neandertal karşılaşmasının ve karışımının, bu kalitesizlikte bir rolü olduğunu incelemeniz gerek.

HİÇBİR ŞEYİN DURDURAMADIĞI İNSANOĞLU

Daha işin başında, insanoğlu ve insankızlarının yönlendirilme ihtiyaçları yüzünden, binbir türlü Tanrıları denemedik mi? İnsanlar, daha Allah’ı keşfetmeden binlerce sene önce, neleri denediler bir düşünelim.
Mağaradan yeni çıkan insanı en etkileyen ve karanlıktaki hayatlarına ışık saçan güneş, ilk tanrılardan oldu.

Onun adına kurallar konuldu, yasaklar getirildi. Ama insanoğlu, bana mısın demedi ve mağara günlerinden getirdiği yırtıcılığına, hiç şaşmadan devam etti. Güneşten sonra aydan başlayıp, hayret ettiği ve işine yaradığını düşündüğü hemen her şeyi Tanrı ilan edip, yüzyıllarını adadı onlara.

Gökyüzünün büyüklüğü Gök tanrıya, toprağın verimliliği Yer tanrısına, ölüm Yeraltı tanrısına, yağmur ve üreticilik Bereket tanrısına, velhasıl bu anlaşılamaz görünen alemi açıklamak için ne gerekiyorsa, onu bilebildiği kadar keşfedip, tanrısallıklar atfederek binlerce senesini tamamladı.

ZEUS’DAN ARTEMİS’E VE YEHOVA’YA

Bu Tanrılar adına, fermanlar yayınlayıp kurallar koydu ki, insanlar düzgün davransınlar ve toplum barışı olsun diye. Zeus’inkiler de dahil, öyle fazla işe yaramadı bu kural dizileri. İnsanoğlu yine yapacağını yaptı ve aynen ormandaki akrabaları gibi, birbirini yemeye devam etti.

Bunları, Gılgamış destanından bu yana kaydedilen tüm kaynaklarda, kelime kelime takip edebiliyoruz bugün. Ele geçirilenlerin küçücük miktarı bile, insanoğlunun hayat serüveninde, ormandaki yoldaşlarından çok daha kaliteli bir kurallar bütünü içinde yaşamadığını ispat etmekte bizce.

Arslan, kaplan, domuzların yapıları, binlerce senedir o kadar fazla değişmediğine göre, bu konudaki şahidimiz TV belgesellerindeki arslan, kaplan ve domuzlardır. Onlar domuzluklarını hiç de değiştirme ihtiyacı duymadan, binlerce senedir sürdürüp gitmekteler. Öyle bizler gibi, ondan bundan şundan Tanrı yaratıp, kurallar yayınlama ve yayınladıkları kuralları anında çiğneme sahtekarlığına da ihtiyaç duymazlar.

İnsanoğlu ve insankızı, tek tanrılı dinleri takip ettikleri son birkaç bin senede de bu konuda hiç ödün vermediler. Yine yapacaklarını yaptılar, dinlerinin kurallarını eğip büktüler, kitabına uydurdular ve yollarına ormanların en dehşetli yaratıkları olarak devam edip, bugüne kadar gelme becerisini gösterdiler.

GILGAMIŞ’TAN GAZZE’YE AYNI HİKÂYE

Tek tanrılar, çok tanrılar, kitaplar, ayetler, hadisler insanoğlu ve insankızını yola getirmekte çok fazla da yol alamadı maalesef. İnsanlık ve medeniyet adını verdiğimiz her ne ise, tarihte bir tek yüzyıl bile toplu bir barış içinde yol alamadı. Hani vardır ya, o meşhur Pax-Romana veya Pax-Mongolica adını verip özlem duydukları. O seneler bile kan, kin, gözyaşı ile dolu senelerdi.

Haçlılar, Engizisyoncular, Reformcular, İslam’ın içindeki bölünmede taraf olanlar, Kuzeyliler, Güneyliler, sömürgeciler, emperyalistler, NATO’cular, faşistler, ırkçılar, Siyonistler, son bin senedeki, insanlığın medeniyet çabalamasında sınıfta kalmasının farklı isimleri olarak karşımızda durmaktalar.

Bu insan yaratığına hiçbir Tanrı, hiçbir kutsal kitap, hiçbir krallık, monarşi, cumhuriyet, diktatörlük, hiçbir Anayasa, hiçbir süper mahkeme, hiçbir ceza kanunu, medeni kanun ve hatta ceza yerine uygulanabilecek hiçbir ödüllendirme mekanizması bile işe yaramıyor görünmektedir.

NARİN’DEN KADIN CİNAYETLERİNE, KOLAYCI TAHLİLLER

Hala, Narin olayının bize hatırlattığı, toplumsal ilişkiler ve medeniyet arızalarını yaşamaya devam etmekteyiz maalesef. “Abesle İştigal Etmek” deyimindeki gibi, sürekli olarak, bir olayın sebebi yerine sonucuna kafa takip, detaylar içinde boğulup gitmekteyiz. Bunu, sözüm ona “kadın cinayetleri” konusunda da sürekli yaşamıyor muyuz?

Bunun toplumsal sebeplerine kafa yormak yerine, sanki erkeklerimiz birdenbire “Dolunay görmüş kurt adam” gibi oluyor ve her sene 2000 civarında, üstelik ilişkide oldukları kadınları öldürecek hale geliyorlar demek mümkün müdür! Toplumumuzdaki “kolaycılık” o kadar hücrelerimize yerleşmiş durumdadır ki, hiçbir şeye zahmetini çekerek, çözüm üretmek aklımıza bile gelmemektedir.

Sonuç olarak, bu kısacık insan analizi, karamsarlık yaratmak için kaleme alınmadı. Sadece insanoğlu ve insankızının ne olduğunu, iyi ve gerçekçi şekilde kavramanın ve olan bitenlere o kavrayışla bakmanın gerekli olduğunu belirtmek için yazdık tüm bunları. Yoksa, Gılgamış’tan öte gidememekteyiz insanı anlamak konusunda, değil mi?