Mahmut Esat Bey neden Bozkurt? (2) -(TAMAMI)

Mahmut Esat Bozkurt’un bütün öz yaşam öykülerinde her zaman şöyle bir cümle vardır: 1919’da yurdun işgali üzerine derhal İsviçre’den ayrılıp arkadaşları Şükrü ve Kazım Nuri Bey’lerle Anadolu’ya dönüp Kuşadası bölgesinde Kuvvayı Milliye’yi kurarak efelerle birlikte Milli Mücadele’ye katılmıştır.

Ama İsviçre-Kuşadası yolculuğunun sinematografik öyküsünü pek az insan bilir. Şimdi onu anlatalım:

Napoli’den Kuşadası’na

Yunan ayaklanmasında Mora’dan muhacir olan Hacı Mahmutzade’nin torunu Mahmut Esat ile arkadaşı Saraçoğlu Şükrü, İsviçre’den Napoli’ye trenle gelmişlerdir. Ancak Napoli’den Türkiye’deki İtalyan işgal kuvvetlerine silah götüren Lucciri adlı şilebe gizlice girerler, ambara gizlenirler. Şilep Ege sularına girerken şöyle bir telgraf ulaşır Roma’ya: “Lucciri gemisinde kaçak iki Türk, Mahmut Esat ve Şükrü isimli iki jöntürktür. Müşterek menfaatlarimiz açısından ne pahasına olursa olsun karaya çıkmaları mutlaka engellenmelidir. İmza: Venizelos.” Aynı saatlerde Paris’te Konferans Başkanı Clemenceau da bir başka telgrafı açıyordu: “Mahmut Esat ve Şükrü iki nüfuzlu jöntürktür, karaya çıkmaları behemehal engellenmelidir.”

Gizlice ve özgürce karaya çıkmaları engellendi. İtalyan işgal kuvvetleri askerleri arasında, Kuşadası’nda karaya elleri kelepçeli olarak çıktılar. Bekledikleri başlarına gelmedi. Kuşadası’ndaki komutan, Luca adlı teğmen Milliciler’in bir nedenden dolayı dostuydu. Onlara yardım etmekteydi.

Kaçak yolcuları İstanbul hükümeti adına teslim almaya gelen Kaymakam da Milliciler’e yakınlık duyuyordu. Öykünün bu bölümünde, Mahmut Esat ve Şükrü, nöbetçilerin gafletinden yararlanarak nezaretten kaçmış olurlar.

Mahmut Esat ertesi gün Cidal (Direniş) Cephesi’ne katıldı, müfreze komutanı oldu ve Yunan’a karşı çarpıştı. Millet Meclisi, kurtuluştan sonra bu genç hukuk doktorunun silahlı hizmetlerini unutmayacak, onu kırmızı yeşil şeritli istiklal madalyasıyla milis yüzbaşısı olarak ödüllendirecektir.

Lotus-Bozkurt davası

2 Ağustos 1926 günü gece yarısına doğru İstanbul’a gitmekte olan Fransız yolcu gemisi Lotus ile Bozkurt adlı kömür yüklü Türk gemisi, Midilli adası dolaylarında çarpışır. İkiye parçalanan Bozkurt gemisi batar ve gemide bulunan 8 Türk vatandaşı boğularak ölür.

Bundan sonrasını özetleyeceğim: İstanbul’a gelen Lotus’un yardımcı kaptanı Demons ile Bozkurt’un kaptanı Hasan Bey tutuklanır.

Görülen davanın sonunda yardımcı kaptan 80 gün hapis ve 22 lira para cezasına; Hasan Bey ise biraz daha fazla cezaya çarptırılır.

Türk mahkemesinin verdiği bu karar Fransa’yı fena halde öfkelendirmiş ve bu devlet diplomatik girişimlerde bulunmuştur. Amaç davanın Fransız mahkemelerinde görülmesini sağlamaktır.

Bu girişimler üzerine Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, 2 Eylül 1926 tarihinde, yargı yetkisi konusundaki uyuşmazlığın La Haye Adalet Divanı’na götürülmesi teklifini reddetmeyeceğini açıklamıştır. Davanın bu bölümü epeyce uzun. Fransa, yetkinin kendi mahkemelerinde olduğunu iddia etmekte ve Türk tarafından tazminat talep etmektedir.

Mahmut Esat Bey 23 Kasım 1924’ten itibaren Türkiye Cumhuriyeti Adalet Bakanı’dır. Bir gece, Mustafa Kemal Paşa ve genç Adalet Bakanı dava üzerinde baş başa çalışmaktadırlar. Mahmut Esat Bey, Mustafa Kemal Paşa’ya şöyle der:

“Paşam, izin verin Lahey Divanı’na gidelim. Kim haklı kim haksız orada belli olsun. İzin verirseniz davamızı orada ben savunayım. Fransızların istediğini yapar da bunları salıverirsek Fransız’ın karşısında boyun eğmiş olacağız. Halbuki Lahey’de kaybetsek dahi uluslararası bir mahkemenin hükmüne uymak büyüklüğünü göstermiş oluruz. İzin verin Lahey’e gidelim. Ben orada savunmayı üstleneyim. Eminim kazanacağız... Kaybedersem geri dönmeyeceğim Paşam.”

Mustafa Kemal Paşa’nın cevabı: “Güle güle git! Kazanacaksın. Kazanmasan da bu millet seni gene bağrına basacaktır Mahmut. Müsterih ol!”

Adalet Bakanı Mahmut Esat Bey’in yanındaki güçlü heyet ile bindiği tren Avrupa’ya doğru yol alırken, Türk gazeteleri onun demecini yayınlıyordu:

“Kapitülasyonlara alışık olanlar bilmelidir ki Türk devleti esir devletleri alakadar eden en küçük bir ananenin iddiasına muvafakat edemez. BİZ HAKKIMIZI MÜDAFAA EDİYORUZ!”

***

Lahey Adalet Divanı’nın kararının birinci maddesi şöyledir:

“2 Ağustos 1926 tarihinde Fransız Lotus gemisi ile Türk Bozkurt gemisi arasında meydana gelen çarpışma sonucunda ve Fransız gemisinin İstanbul’a ulaşmasının ardından Türk kanunlarına göre Lotus gemisinde nöbetçi kaptan olan Demons aleyhinde Bozkurt yolcularından sekiz Türk vatandaşının ölümü dolayısıyla ceza tatbikatı yapmakla Türkiye, 24 Temmuz 1923 tarihli İkamet ve Yargı Yetkisi Hakkındaki Lozan Sözleşmesi’nin 15.maddesine ve uluslararası hukuk ilkelerine aykırı hareket etmemiştir.”

Bozkurt-Lotus davası Uluslararası Hukuk kitaplarında başlangıç dava olarak ele alınmaktadır. Bu karar ile Osmanlı’yı inim inim inleten kapitülasyonların önü uygulamada da kesinlikle kapanmıştır.

Mora Muhaciri Hacı Mahmutzade’nin torunu Mahmut Esat Bey’in soyadı işte bu görkemli hukuk zaferinden dolayı Bozkurt’tur.

Zibidi tayfasının diline doladığı Bozkurt soyadını Mahmut Esat Bey’e Tarih ve Hukuk adına Mustafa Kemal Paşa vermiştir.

Mahmut Esat Bozkurt’u yeterince takdim ettiğimi, en azından hakkında merak uyandırdığımı sanıyorum. Şimdi sıra bu yiğit insana atılan iftiraların suratına tükürmeye geldi.

NOTA BENE:

Merak edenlere, Mucize Özünal’ın “Mahmut Esat Bozkurt, Kalpak ve Kartal” (Tudem Yayınları) adlı belgesel romanını salık veririm. Ben çok bilgilendim ve yararlandım.