Mahmut Esat Bey neden Bozkurt? (5) -(TAMAMI)

Başbakan R. T. Erdoğan kışkırtma ve sabır sınırlarını deneme fesatçılığına devam ediyor: “Mardin Kızıltepe’de bir ifade kullandım. Aynı ifadeyi bugün İstanbul’da da söylüyorum:Biz her türlü milliyetçiliği ayaklar altına almış bir iktidarız [...] Kızıltepe’de ayaklarımın altındadır’ dediğim milliyetçilik, etnik kökene dayalı milliyetçiliktir, ırkçılıktır, kafatasçılıktır.” (Milliyet, 24.02.13) buyuruyor.

Böyledir bunlar, hemen geri vitese geçerler. Başbakan kendini bizden akıllı sanıyor. Her şeye tahammül edilir de buna değil. Belki Bay Başbakan ve danışmanları bilmiyordur : “Etnisite” (budun, kavim) ile ırk (race) aynı şey değildir. Etnisite bağlamında kullanılan her kavram bir alt-kültürle ilgilidir. Başbakan’ın entelektüel özentileri var ama beceremiyor. Irkçılık ile kavimcilik (budunculuk, etnikcilik) eş anlamlı değildir. Irkçılılık, ırkçılıktır. 1930’dan bu yana evrensel “rasizm” sözcüğüyle ifade edilir. “Her türlü ırkçılık (racisme) ayaklarımın altındadır” demeyi neden beceremiyor acaba?

Sadece Başbakan mı?

Sadece günümüz başbakanı değil kuşkusuz, günümüz gazete yazıcıları, günümüz üniversite öğretim üyeleri ondan daha iyi değil. Yüzde 99’u zifirî cehalet içinde. “Zifirî cehalet” aşırı mı oluyor? Ama başka sıfatlar, o zaman, çok daha ağır olur.

Bu ülkedeki karşı devrimcilerin, İslamcıların, müflis solcuların, neo liberallerin, naylon demokratların bir numaralı hedef tahtasında Mahmut Esat Bozkurt vardır. Çünkü, bu topraklarda doğmuş, “Batı”da yetişmiş en büyük aydınlanmacılardan, en büyük entelektüel beyinlerden biridir. Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren bütün devrim yasalarının, ülkeyi din vesayetinden kurtaran laik yasaların arkasındaki adamdır.

Bu büyük adama iftira bokları atanlara “attıklarını” afiyetle yedireceğiz. Biraz sabır. Bugün bir başka, çok güncel ve günümüz iktidarını ve başbakanını ilgilendiren bir konuya değineceğiz. Hatırlarsınız: Türkiye’ye Sultanlıkvâri bir başkanlık rejimi getirmek isteyen AKP iktidarı, hazırladığı anayasa taslağında, Sultan-Başkan’a TBMM’nin çıkardığı yasaları veto etme ve kafası estiğinde TBMM’ni dağıtma yetkisi veriyor. Bu yetki eleştirildiği zaman, her zamanki pişkinlikleriyle, “Ama bu yetkiyi Atatürk de istemişti” diyorlar. Utanmasalar, bu yetkinin verilmiş olduğunu söyleyebilirler.

Veto ve fesih yetkisi

1924 Anayasası’nın yapılmasında kendisi de bir anayasa hukukçusu olan Mahmut Esat Bey’in büyük emekleri vardır. Anayasanın hazırlandığı dönemde gazetelerde yazdığı yazılarla, TBMM’de yaptığı konuşmalarla bu konudaki düşüncelerini açıklamıştı. En önemli konu, günümüzde R. T. Erdoğan’ın (Başkan olduğunda) mutlaka sahip olmak istediği, yasaları veto etme ve Meclis’i feshetme yetkisiydi. Mahmut Esat Bey, TBMM’de yaptığı konuşmalarda bu yetkilerin Cumhurbaşkanı’na verilmesine karşı çıktı.

Tek parti diktatoryasında (!) Mustafa Kemal’in huzurunda yapılan bu konuşmaları günümüzün demokratik (!) ortamında yapabilecek bir tek AKP milletvekili var mıdır acaba?

Uzatmayalım: Olanları, Turgut Özakman’dan aktaracağım. Turgut Özakman’a güvenmeyenler konuyu meclis tutanaklarından araştırabilirler. Ben Turgut Özakman’a güveniyor ve inanıyorum:

Öğreten tarih

“Yeni bir anayasa konusu uzun zaman sohbet olarak başlamış, sonra Anayasa Komisyonunca ele alınmıştı. Türkiye’nin geleceğini düzenleyecek yeni bir anayasa tasarısı oluşturulmaya çalışılıyordu.

Gazi, Cumhurbaşkanı olmadan önce bu görüşmelere zaman zaman katılır, düşüncelerini açıklardı. Devlet Başkanına kanunları veto ve gerektiğinde yeni bir seçim için Meclis’i feshetme yetkisinin verilmesinin yararlı olacağını söylemişti. Bunları çağdaşlaşma hamlesinin yavaşlatılması, milli egemenliğin örselenmesine karşı önlem olarak değerlendiriyordu. Anayasa Komisyonu Başkanı Yunus Nadi Bey, Gazi’yi ziyarete geldi.

“Mahmut Esat Bey ile Şükrü Saracoğlu, Cumhurbaşkanına veto ve gerektiğinde Meclis’i fesih yetkisi verilmesini kabul etmiyorlar.”

“Neden?”

“Milli Egemenliğe aykırı buluyorlar.”

“Partiler çoğalınca hükümetsizlik tehlikesi baş gösterebilir, gerici eğilimler belirebilir, devletin kuruluş amacına aykırı kanunlar kabul edilebilir. Bu yetkileri böyle durumlar için düşünmüştük. Bir anayasada bütün olumsuzlukları çözecek çözümler, imkânlar bulunması gerekmez mi?”

“Birçok milletvekili de iki arkadaşımızın düşüncelerini paylaşmaya başladı. Bu maddelerin Meclis’te kabul edilmesi zor görünüyor.”

Bir sessizlik oldu. Paşa ikna edeceği ümidiyle bu milletvekilleriyle bir de kendisi görüşmeye karar verdi.

Mahmut Esat Bey bu ara bakan değildi. Saracoğlu Şükrü Bey Meclis’e ikinci dönemde katılmıştı. İkisini birlikte kabul etti. Milletvekilleri Cumhurbaşkanını saygıyla dinlediler ve düşüncelerini değiştirmediler.

Gazi sonucu öğrenmek isteyen Yunus Nadi Bey’i ertesi gün direksiyon binasında kabul etti.

“İki saat karşılıklı görüşlerimizi açıklayıp tartıştık. Biraz sıkıştırdım da. Ama çocukları ikna edemedim. Dilerim bu yetkilere ihtiyaç duyulmaz. Fakat bu görüşmeden çok memnun kaldım. Türkiyemizin milli egemenliğe, özgürlüğe böyle sahip çıkan, hukuka saygılı, sağlam, dürüst, dirençli, bağımsız ruhlu siyasetçilere çok ihtiyacı var. Mahmut Esat’ı zaten beğenirdim. Şükrü Bey’i de çok beğendim.” (Cumhuriyet, Türk Mucizesi, İkinci Kitap. Bilgi Yayınevi.S.39-40).

NOTA BENE: Bu yazıları, karşı devrimcileri, İslamcıları ve müflis solcuları ikna etmek, yola getirmek için yazmıyorum. Cehenneme kadar yolları var. Genç cumhuriyetçilere Cumhuriyet’i savunma malzemesi vermek için yazıyorum.