Makam sahibi olmak

Tanpınar’ın, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde Halit Ayarcı şöyle der: “Hayata inanmak lazım Hayri Bey, oysa siz acemaşirana inanıyordunuz.” Fakat acemaşiran da (misal Neden Kalbim Seni Sevdi) inanılmayacak gibi değildir; Attilâ İlhan’ın şiirinde söylediği kadar var; “mehtabın sihrinin eski yıkık konakları canlandırdığı” makam.

Müziğimizde makamların Farabi, İbn-i Sina gibi alimler tarafından özellikleri derlenmiş. Acemaşiran, ateş tabiatlı, kuru ve sıcak. Fecirden kuşluğa dek etkili. Kemiklere, beyne faydalı. Yaratıcılık artıran, durgun düşünceyi canlandıran, doğumu kolaylaştırıp anne karnında yavrunun duruşunu düzeltmesine yarayan bir doğası var. Hamile dostlarımız bebeğe Mozart dinletiyor da niçin acemaşiran dinletmez acaba, o da var!

Ya buselik? Bana Bir Aşk Masalından Şarkılar Söyle (Erol Sayar) bu makamda en bilinen şarkı. Nefis grup İncesaz’ın Cengiz Onural harikalığı Üsküp Sevda Şarkısı da güzel örnek. Buse öpüş demek ya; öpülesi diye çevrilemez mi buselik de? Yazarken en çok dinlediğim makamdır. Güzel yazma ve söyleme yeteneği anlamına gelen Ebu Selik ifadesi de bu makamdan gelir der eskiler. Toprak tabiatlı, sıcak kuru yapıda. Öğleden sonra etki artıran ezgiler. Kuvvet ve barışla dolu. Akıl hastalıklarına birebir. En yaşlı makamlardan.

Meşhur Eski Dostlar’ın makamı: Rast. Yine Bir Gülnihal, Sen Gözlerimde Bir Renk (Enis Behiç’in), Sevmekten Kim Usanır hep bu telden! Farsça sağ demek. Münir Nurettin hep rast makamıyla başlarmış ki işi rast gitsin. Sefa, neşe, iç huzuru, rahatlık verir. Gece yarısı ve seherde dinlenmeli. Öğlen ezanı da bu makamda.

Hicaz dersen Zeki Müren’in gençliğinden bir fotoğraf gelir gözümün önüne. Gözlüklü. Kravatı ve ihtimal ceketinin cebinde mendili var, dişleri inci gibi. Plak takılıyor fakat olsun. Saksıda çiçekler var bir Beyoğlu evinde, tozlu ama... Şarkı devam eder durmaksızın: Acaba Şen misin Kederin Var mı, Ben Gamlı Hazan Sense Bahar Dinle de Vazgeç... “Çiçekler ölmüş” diye devam eder oradan alıp Muhsin Bey’de Şener Şen usta (şu gelip geçici dünyada en sevdiğim film). Dört beş cümlede bir toplumdaki çürüme başkaca nasıl anlatılır. Filmde, Muhsin Bey’den sonra ilk görünen kişi Madam Agavni (Ermenice güvercin - Doğu Erkan oynardı), söz ettiğim sahnede içeri girer. Muhsin evinde, pencere önünde çiçeklerine bakmaktadır, o nefis tirat: “Çiçekler ölmüş, hepsi. Eskiden bir yer ayarlardın; güneşi iyiyse, yerini de sevdiyse ne biçim açardı. Şimdi güneş aynı, ışık aynı, yer aynı; suni gübre istiyorlar. Bir iki gram potas koyunca bir coşuyorlar namussuzlar, ama sonra ölüyorlar. Allahaısmarladık madam.” Sonra borcuna karşılık, eşyasının, plaklarının satılmasını rica eder. Ne çok hicaz var o plaklarda. O eski İstanbul, Beyoğlu, o eski ihtişamlı, muhteşem tarihten ne çok şey maziye karıştı. Kılıç artığı Madam Agavni de Muhsin’in ardından birkaç zaman sonra Paris’e göç edecektir.

Filmin çekildiği, Beyoğlu’ndaki meşhur binayı da yazmalıyım: Doğan Apartmanı. İnşaatı 1895’te tamamlanan, dönemin zengini Belçikalı Helbig’ler tarafından yaptırıldı. 1942’de Kâzım Taşkent’in Dog?an Sigorta’sına satılınca Doğan Apartmanı diye anıldı. Doğan, Kâzım Bey’in 1939’da İsviçre’de çığ altında ölen oğludur. Doğan Kardeş dergisi de adını buradan alır; kimler okudu? Bugün kirası dört bin dolardan başlıyor Muhsin Bey’in oturduğu dairenin. Ancak makam sahibi olacaksın ki otur (Okan Bayülgen oturuyor). Gerçek makama dönsün fakir, hicaz diyordum. En yatkın olduğun makam hicaz, neden mi? Dandini dandini dastana dersem hatırlarsın, hicazdır işte. En iyi bildiğimiz tuhaf şarkı. Sözleri manasız olsa da anne özleminin, sızısının en içten duyulduğu melodi. Bu tuhaf ninninin sözlerini 19 Eylül 1967 tarihli Ant’ta Can Yücel değiştirmişti: “Dandini dandini dastana / Domuzlar girmiş bostana / Kov bostancı domuzu / Yemesin yurdumuzu!” Adını Arabistan’da Hicaz bölgesinden alan makam ateş tabiatlı. Yatsıdan sabaha kadarki arada etkisi fazla, boşa ninni olmamış. Alçakgönüllülük duygusu verir (anne gibi). İkindi ve yatsı ezanı da bu makamda.

Nihavent ile bitireyim, Gazi Paşa’nın en sevdiği makam. Muhsin Bey’in Ağlamakla İnlemekle Ömür Gelip Geçiyor’u mesela. Bir İhtimal Daha Var, Bekledim de Gelmedin, Hatırla Ey Peri... Neşeliyken bile hüzün saklayan ezgiler, Gazi Paşa sever, boşa demedim. Adını İran’daki Nihavent şehrinden alır. Hz Ömer zamanında Araplar burada Sasani İmparatorluğu’nu yenmiş. Yıldırım Gürses bestelerken savaş düşünmedi ama Ateş Olup Yaksan da güzel bir nihaventtir. Aşk da savaş, değil mi? Orhan Seyfi Orhon’un Kelebek’i de aynı telden. Dost Dilek Türkan ne güzel okur Kelebek’i. Tereddüt de unutulmazlardan: “Sarâhaten acaba söylesem darılmaz mı / Darılmak âdeti bilmem ki çapkının naz mı) Orhon’un Çocuk Adam diye bir çocuk romanı var. Bugünkü hastalıklı hayvan sevgisiyle dolu çocuk kitaplarından daha makul bir hayvan sevgisi önerir. Siyaseten bakalım dersen şaire, Uğur Mumcu’nun 40’ların Cadı Kazanı’na şöyle bir göz atmak gerekir, biraz üzücüdür ama ne yapalım.

Hiçbiriyle uğraşamam, karıştırma Caymaz dersen Veda Busesi var. Adı aslında Veda olan bu şiiri, Orhon’un kanserden ölen kızı için yazdığı iddiasıysa tevatür ya da Twitter diyelim. Ölümünden hemen önce kızı, babasından gidişine ağlamaması konusunda söz istemiş de; o da söz vermiş ama ağlamış falan filan! Yalan! Ölüm makam mevki tanımaz doğru ama böyle bir olay yok. Şairin Müfide Hanım ile evliliklerinden 1930’da bir çocukları olduğu, onun da (Sevinç Şeyhun) babası öldüğünde hayatta olduğunu herkes biliyor; Twitter’dakiler hariç!