Makinistler de tarih oldu

Teknolojik gelişmeler bir yandan yaşamı kolaylaştırıp daha güzel yapma olgusunu beraberinde getirirlerken, diğer yandan da alışageldiğimiz kimi anıları da silip süpürüyor. Elbette ki kaçınılmaz bir durum bu. Nostaljinin anılarla yüklü değerlerinin bu gelişmeler karşında ayakta kalması çok zor, hatta onunda ötesinde olanaksız gibi bir şey.

Önce yaşamımızdan büyük, devasa semt sinemaları çıktı. Derken kentlerin en yoğun bölgelerindeki tarihi sinemalara sıra geldi. Onların yazgısı ise biraz daha trajik oldu. Ya yıkıldı, ya yandı, ya da kapanmak zorunda kaldı. AVM'lerdekine özenerek, bölünerek ayakta kalmayı deneyenlerin de ömrü pek uzun olmadı. Onlar da hem zamana, hem de teknolojiye yenik düşerek perdelerini kapamak zorunda kaldı. Yani bir zamanların o devasa, çoğu zaman açısından tarihi olan salonları bölünerek büyümedi, aksine küçülüp yok olup gitti.

YALNIZCA SALONLAR YOK OLMADI

Dünün sinemaya gitmek sözcüğünün yerini artık AVM'lere gitmek aldı. Düş şatolarında film izleme ritüeli, AVM'lerin o karmaşık labirentleri içinde sinemaya değil de, ne parteri, ne balkonu ne de locası olan, küçük tek tip, lüks ama pek de sıcak olmayan salonlara dönüşüverdi.

Yalnızca devasa sinema salonları yok olmadı, onlarla örtüşen, içi içe olan değerler de bu yok oluş kervanına katılmaktan kurtulamadı. Örneğin artık sinemaların locaları, balkonları ve de nice randevuların verildiği önleri, önlerinin üzerindeki lobi ve fotoğraf içeren camekanlar yok. İzleyeceğimiz filmlerin resimlerini görebilmek bile nostalji oldu.

Ama dahası da var. Örneğin, açılıp kapanan kadife perdeler, kimi zaman sabırsızlıkla beklediğimiz "on dakikalar", "gelecek program" ya da "pek yakında" izleyeceğimiz filmleri tanıtan parçalar, hep bu yitirdiğimiz sinemayla ilişkili değerler kervanına katıldı.

DİJİTALLEŞMENİN GÖTÜRDÜKLERİ

Ya karaborsacılar... Küçük ve bol seçenekli salonlar onların da sonunu hazırladı. Kim derdi ki canımızı en çok acıtan bu kişileri bile arayacak duruma düşeceğimizi...

Ama kayıpların en büyüğü 35 mm'lik filmlerin tarih olmasıyla yaşandı. Artık ne makine dairesinden gelen o anlatılmaz sesler, ne de karanlık salondan perdeye uzanan o anlatılmaz ışık huzmesi yok. Onlar da kaybolup gitti.

Şimdilerde dijitalleşme sürecinin yayılmasıyla, o, görünmeyen, ne kendisini, ne sesini duymadığımız, ama film koptuğu zaman bizim sesimizi hep o bilinen iltifatlarla (!) duyan makinistler de bu yok oluşun kurbanları arasına katlıyor. Sanırım birkaç yıl içinde böyle bir meslek de yok olup gidecek.

Teknolojiye direnmek kolay değil. Hem de hiç değil... Yaşamımızda var olan, alıştığımız, bildiğimiz kimi değerleri silip süpürse de...

Yaşamının 50 yılını sinema makinistliğine veren bir emektarın özetlediği gibi "Yapacak bir şey yok, bu meslek bitti, teknoloji ağır bastı..."

Makinistler şimdi rahat uyuyacak...