‘Manzara-i umumiye’-(TAMAMI)

Gazi Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıktığı zaman gördüğü manzarayı şöyle anlatıyordu: “... Vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, ülke işgal edilmiş durumda... Bundan daha elim ve daha vahim olmak üzere memleket dahilinde iktidara sahip olanlar kişisel emellerini işgalcilerin emelleriyle birleştirmişler. Millet fakr-u zaruret içinde...”

2012 yılının “Manzara-i umumiyesi” kuşkusuz bu denli vahim değil. Yalnız görünen o ki; 23 Nisan 1920’de karşılaştığımız manzarayla 2012 Nisan ayındaki manzara çok farklı.

Komşularımızla ilişkilerimiz gittikçe kızışıyor. Başbakan Suriye bir daha sınır ihlali yaparsa karşılık verileceğini söylüyor. Yetmiyor. ‘NATO’da devreye girer’ diyor. NATO Antlaşması’nın 5. maddesi, bir üye ülke saldırıya uğrarsa, diğer üyelerin bunu kendilerine yapılmış sayarak olanakları ölçüsünde o ülkenin yardımına gitmelerini öngörüyor. NATO’da bütün kararlar oybirliği ile alındığı için bir ülke ‘hayır’ derse 5. madde kararı alınamaz. NATO tarihinde 5. madde kararı sadece bir kere, New York’taki ikiz kulelerin saldırıya uğraması üzerine alınmıştı.

Başkan Johnson’un İnönü’ye mektubu da, bu 5. maddeyle ilgiliydi. ‘Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi halinde Sovyetler Birliği Türkiye’ye saldırırsa, NATO’nun Türkiye’yi koruma yükümlülüğü ortadan kalkabilir’ diyordu. Bu anlayışa göre Türkiye’nin bir askeri harekatı üzerine Suriye Türkiye’ye saldırırsa NATO’nun müdahale zorunluluğu tartışmaya açık hale gelebilir. Oysa Suriye’den gelen haberlere göre Türkiye Suriye’ye saldırsa bile, Suriye’nin buna karşılık vermeyeceği söyleniyor. Birinci Körfez harekatında Almanlar bize, İncirlik’i Amerikalılara kullandırdığımız için muhtemel bir Irak saldırısında NATO yükümlülüklerinin işlemeyebileceğini söylemişti. Belki de sadece bu nedenle, ‘Türkiye her an Suriye’ye karşı silaha sarılabilecek bir ülke görünümünden çıkmalıdır’ diyenler çoğalmakta. Kaldı ki, halen Suriye sınırından Türkiye’ye terörist sızmalar da olmamaktadır. Irak’ta ise, bunun tersi bir durum var. Başbakan’ın Irak Hükümetine yönelik eleştirilerinin ağırlık noktasını Kuzey Irak’tan PKK’nın tasfiyesi konusu oluşturmuyor. Başbakan Maliki’yi eleştirirken bu konuya hemen hiç değinmiyor. Oysa Irak’ı en çok bu noktadan eleştirmeliydik. Türkiye’nin orada uluslararası hukuktan doğan müdahale hakkı da var. Bizim öncelikle konumuz Suriye’den çok Irak’taki PKK mevcudiyetinin tasfiyesi olmalıydı. Bu konuda emekli Büyükelçi Onur Öymen düşüncelerini şöyle açıklıyor: “İktidarın söyleyemediğini muhalefet söylemeli ve Hükümeti, Irak Hükümetini PKK konusunda girişim yapması için kuvvetle uyarmalıdır.” Dış politikada durum 1919’daki durumdan bu açıdan pek de farklı sayılamaz. İç siyasetimiz açısından sayılamaz bu bir. Dış siyasette ki yalnız bırakılışımız ve köşeye sıkıştırılmamız açısından asla sayılamaz.Bu iki.

Ordusu’nun generalleri hapsedilmiş, aydınları susturulmuş, medyası bütün teknik araçlarıyla artık açıkça belirginleşen bir sansürün etkisi altında bulunan bir ülkede siyasetten söz ederken karşımızdaki tablonun daha acı verici olduğunu görmemek elde değildir.

İktidar, muhalefet ve manzara

Değerli komedi ustası Levent Kırca’nın deyimiyle “Arada bir zülf-i yare dokunuyor, yerine manzara koyamıyoruz” Yani daha öte bir durumu sezmemek olası değil.

Zülfiyare dokunsanız da, artık yerine manzara koymanız giderek zorlaşıyor. Ana muhalefet partisi, akıllara durgunluk verir bir biçimde birkaç milletvekili dışında güncelin saçmalıklarını ortaya getirip adeta Atatürk ve İsmet Paşa’yı, onun mirası CHP’nin ilkelerini darmadağın etmekle meşgul. Hem de Atatürk’ü över gibi yaparak. Oysa 1923 Nisan’ı Ulusal Bayram olarak kutladığımız gün ne Ulustan ne Cumhuriyet’ten ve kazanımlarından, ne okulların dergaha çevrilmek üzere olduğundan söz ediliyor.

Küçük muhalefete gelince 27 Mayıs’çı Albay Türkeş’in koltuğunda oturanlar sanki rahmetli Türkeş’in yaptığının ne olduğunu anlamazdan gelerek kendi ordularına karşı savaş açmaktalar. PKK’nın siyasal uzantısı BDP ise sessiz durarak zamanı kolluyor. Eğer CHP yan çizerse hemen onun yerini dolduracak. MHP daha işin başından beri bu şeytan üçgeninin en sağlam ayağı olmaya devam ediyor ve 2012’nin Nisan ayında Cumhuriyet yıkıcılarına şöyle diyor: “ Elimizi taşın altına koyamaya hazırız!” CHP lideri ise grubuna karşı sergilediği anti demokratik tavırla: “ Anayasa için uzlaştık ya“ demekle yetinmekle. Hangi Anayasa? AKP’nin gönlünde yatan Cumhuriyet’in temel felsefesinin değiştirilmek istediği yeni Anayasa.

İşte yeni Anayasa hazırlıkları sürerken “Manzar-ı umumiye” bu. Gelin de kahrolmayın?