Maria’nın Çatalı

Pastane değil fırın işi olanını severim. İki ucu da kıtır, sıcacık, üstüne de az biraz susam... Simidin damadı, açmanın yeğenidir çatal. Dişlerin arasında en çok kalan... Ve fakat ucuz, karın doyuran. İçinde mahlep olursa, bir de tazeyse yemeyip yanında yatılan. Bir de üçgen krem peynir açıver yanına, narçiçeği rengi çayla... Ucuz olsa da lükstür.
Kuştüyü yatak veya Rus boyarlarının gümüş kupaları da Petro’dan önce lükstü. Fernand Braudel anlatıyor. I. François’nın 1538’de Anversli bir kuyumcuya ısmarladığı ilk düz tabak lükstü mesela; neden olmasın, kimsede yok ki! İlk kez 1653’te kardinal Mazarin’in mallarının dökümünde görünen, İtalyan tarzı ilk çukur tabak lüks; 16. veya 17. yüzyıllarda, her ikisi de Venedik dolaylarında bulunan çatal da öyle... Bir şey az kullanılıyorsa lüks...
Yıl yine bin beş yüzler, Alman rahibin biri, sofrada ilk kez çatal gördüğünde korku ve şaşkınlıkla şöyle der: “Bizim böyle bir aracı kullanmamızı isteseydi, Tanrı bize parmaklarımızı lütfetmezdi.” Zira çatal yaygınlaşana dek halk on parmakla dalarak; kibar sınıflarsa üç parmağıyla yemekte. Kibar olunca üç parmak daha iyi tabii, hani çay içerken durmaksızın yukarı kalkan serçe parmak gibi... Montaigne de Denemeler’de çok hızlı yediği için sıkça parmaklarını ısırdığını anlatır. Yemek çok lezzetli olmasa da adam parmak yemekte.
Mehmet Gürsoy’un Gastronomi Tarihi adlı kitabında detaylıdır: Avrupa’da ilk çatal, 14. yüzyılda görülür. 1328 yılında Macaristan Kraliçesi Klemans’ın eşyası arasında otuz kadar kaşığın yanı sıra altın çatal da var. Dikkat et lütfen, altın. Bir kral, bir iktidar sahibi altın kullanınca ötekiler benim neyim eksik diyerek mecburen altın kullanıyor... Yine Kraliçe Jan Devreaux’nün ölümünden sonra, eşyası arasında kılıfa özenle yerleştirilmiş bir çatalla altmış dört adet kaşık bulunmuş, çeyiz mi acaba? Kim bilir? Kraliçelerin çevresi kalabalık tabii, bu açıdan çok çatalı kaşığı olması normal...
Demek oluyor ki 13. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak çatal, yaygın olmamakla birlikte ancak özel ziyafetlerde kullanılmış. Bezlere falan sarılıp saklanıldığına göre kral sofralarına layık demek.
Çatalın tarlada ekim dikimde kullanıldığını biliyoruz ama sofrada ilk kullanımı meçhul. Kesin olmamakla birlikte MS 7. yüzyıl civarlarında Ortadoğu’ya tarihleniyor, et parçalamış bizimkiler, veganlık da yok o sıralar. Bir şeyin de ilki Ortadoğu’da olmasın zaten. 13. yüzyıla varmadan daha Bizanslılar ne yararlı şey diyerek alıyor çatalı, derken oradan İtalyanlara... Fransız ise artistlik yapıp burun kıvırıyor, geç kabulleniyor.
İşte kimi kaynaklara göre de Avrupa’ya Bizans ile ticaret yapan Venedikliler tarafından biraz daha erken, 11. yüzyıl civarında gelmiş çatal. Üstelik bildik yerden, bizim memleketten, İstanbul’dan... 1004 yılında Venedik kontunun oğlu Giovanni Orsoleo, Bizans kızı Maria ile evlenip gelini Venedik’e getiriyor. Yeni gelinin çeyizinde çatal mevcut. Venedik ahalisinin hayret dolu bakışları arasında, lokmalara böldürttüğü yemeklerini iki uçlu altın çatalıyla, hiç elleriyle dokunmadan, zarif hareketlerle yemekte... (Çatal yine altın, dikkat isterim!) Millet tabii her şeye elle saldırdığından hem şaşırıyor Maria’ya hem de pek hoşlanmıyorlar durumdan.
Giovanni’nin evliliğini hoş karşılamayan kesimler bu şeytan işi gereçten hoşlanmıyor. O sıralar Venedik’i kavuran salgını bile Maria’nın çatalına bağlıyorlar. Cehalet denizi engindir, orada her şey, her şeyle bağlanabilir. Hatta Venedik’te çatal, Papa izin vermediği için toplumsal sorun haline dönüşüyor, uğursuz sayılıyor. Üstelik Maria, Venedik’e gelirken yalnızca çatal değil, yanında Bizanslı aşçılar da getirmiş. Kısa süre sonra saray sofrasında çatal sesleri çınladığı gibi, yemekler daha lezzetli, baharatlı olmaya başlayacak. Üstelik bu baharat modası da başta Floransa olmak üzere Kuzey İtalya’ya hemen yayılacak. Tabii çatal da yanında... Böylece çatalı 1100 yılında Toskana’nın aristokrat masalarında göreceğiz. Venedik Doçu (belediye başkanı gibi) Domenico Silvio’nun karısı çok dişli çatalı yemekte kullanarak oralarda da bir akım yaratacak. İş yine kadınlarda bitiyor farkındaysan.
İngiltere’de 1. Edward’ın 1307 tarihli eşya dökümünde binlerce bıçak, yüzlerce kaşık arasında yalnız yedi çatal var. Aynı yüzyılın sonunda Fransa kralı 5. Charles’ın değerli taşlarla süslü bir düzine çatalı olduğu biliniyor. Gümüş, altın, billur gibi malzemelerden yapılıp kılıflar içinde saklanan, iki dişli, sapları menteşeli çatallar. Lüks hep!
Batılı kaynaklar 1533’te Medici ailesinden Catherine’in Fransa Veliahtı 2. Henry ile evlenmesi yoluyla Kuzey İtalya yemek kültürünün Fransız sarayına taşındığını düşünüyor. Ama aralarında biri de olsun 1004 yılında İstanbul’dan gelen Maria’nın çatalından bahsetmiyor, niye etsin. Batılı onlar!
Baron de Tott, bizde 1760’ta bir yemekte, ilk kez çatal gördüğünü yazıyor. Hatta kibar bir hanım, zeytinini eliyle alıp çatalına taktıktan sonra yemiş. 1829’da Kazasker Yahya, Osmanlı’daki ilk yılbaşı balosuna katılıp masada çatal gibi mekruh aletler gördüğünü söyler. 2. Mahmut öncülüğüyle Müslüman evlere giriyor.
Üstadımız Refik Halid, Üç Nesil Üç Hayat’ta elde külçe gibi ağırlaşan bu gereç yüzünden o canım yemekleri artık elimizle rahatça yiyemeyeceğimizi yazar. 1850 sonrası yoğun kullanımda. Sultan Abdülmecit’e hediye gönderilmiş, altın kaplama. Dikkat yine altın! Değil mi yani, herhalde altın. Domates aynı domates, fakir de yer ama padişah, padişahlığını nasıl anlayacak! Domates altın olamayacağına göre, çatal altın olacak!