Meçhul bir cisim yaklaşıyor

Eski Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, “Kriz lafını kullanmak istemem fakat bize doğru yaklaşan, ne olduğunu bilmediğimiz meçhul bir cisim var” dedi.

Neredeyse bütün Marksist ya da liberal iktisat teorisyenlerinin ve “önümüzdeki hafta paranızı neye yatırırsanız ne kadar kâr edersiniz” sorunsalını irdeleyen uyanık piyasa analizcilerinin yazılarını okuyorum. Bu kadar açık bir kriz tanımı görmedim: Meçhul bir cisim! Sayın Yılmaz, ilk anda yapılması gerekeni de açıklamış: “Akıllı olmamız ve kamuoyuyla iletişimi güçlendirmemiz lazım. Bunu yapabilirsek belki uçurumun kıyısından geri geliriz, ama bunun maliyeti olacağını da unutmayalım.” Yani bir “hufrei-inkıraz” (uçurumun kıyısında) durumu var.

IMF Başkanı Lagarde da aynı görüşte. “Altı ay önce ufukta görülmeye başlayan kara bulutlar günden güne daha da kararıyor” diyerek yaklaşan krizi haber veriyor. Angela Merkel ise, meçhul cisim karşısında “Sınamalara cesaretle karşılık vermeliyiz” diyor. Trump’ın G7 Sonuç Bildirgesi’nden çekilmesi Avrupalı kapitalistlerin moralini bozdu. Ne güçlü orduları var ne de genç nüfusları. Emperyalizmin yeni bunalım dönemi ve kapitalizmin içine düştüğü kriz, devletleri ayrıştırıp yeni bloklaşmalara yol açtıkça ve Avrupa Birliği çatırdadıkça, eski kıta I. ve II. Dünya Savaşları’nın hemen öncesinde yaşanan ideolojik savaşlar, ihtilaller, devrimler ve karşıdevrimler çağına ait kâbuslar görmeye başladı.

Bu kasvetli hava insana Şekspir’in “Jül Sezar” trajedisinde Titinius karakterine söylettiği şu ölümsüz sözleri hatırlatıyor: “The sun of Rome is set / Our days are gone / Clouds, dews and dangers come / Our deeds are done” (Roma’nın güneşi battı / Devrimiz geçti / Bulutlar, ıslak bir gece serinliği ve tehlikeli olaylar geliyor / Yapabileceğimiz bir şey kalmadı).

Kapitalistlerin “kapitalizmin krizi”nden söz etmelerini bekleyemeyiz elbette. Mecburen dertlerini “meçhul cisim”, “kara bulutlar”, “sınamalar karşısında cesaret” gibi dramatik ifadelerle anlatıyorlar.

Dürüst olsalardı şöyle derlerdi: İnsanlığın bütün değerlerini sosyalizmle birlikte ayaklarımızın altında çiğneyerek “sosyal refah” devletini yok ettik, küresel bir santrifüj etkisi yaratan serbest piyasa ekonomisi emeği ve maddi servetleri talan ederek dünya çapında muazzam bir gelir uçurumu açtı, kapitalizmin “görünmez eli” yıkım görevini tamamladıktan sonra bu kez bizim boğazımıza sarıldı, John Maynard Keynes’in ruhunu çağırmamız lazım fakat “demokrasi” içinde kalarak bunu nasıl yapacağımızı bilemiyoruz (burada durup merhum Eric Hobsbawm’ı analım!), yaklaşan halk ayaklanmalarını bekleyerek uçurumun kıyısında üzerimize gelen kapkara fırtına bulutlarını seyrediyoruz.

Batılı kapitalistler bizim gibi ülkelere “kırılgan” diyorlar. Doğru, bizi kırılgan yaptılar. Ancak bizim işimiz daha kolay. Emin olun, bizde her şey var: Anayasa yapacak Kurucu İrade çıkarma yeteneği, beş yıllık kalkınma planları hazırlama alışkanlığı, karma ekonomi tecrübesi, tarım ve hayvancılıkta bilgi birikimi; yurtsever iktisatçılar, planlamacılar, genç ve dinamik bir nüfus. Laik-bilimsel eğitimi geri getirecek, planlı karma ekonomiye geçecek, teknolojiye yatırım yapacak ve öncelikle tarımı kurtaracağız. Bu kadar! Türedi politikacılara ve şu tuhaf politik sisteme mahkûm ve mecbur değiliz.

Fakat kolay değil. Daha yolun başındayız ve “memleket deyince Muharrem İnce” “Selocan deyince di gel yar” gibi evrelerden geçiyoruz. Üstelik “yiğit bir anadan doğan eroğlu Erdoğan” şeklinde uzatmaları oynama ihtimalimiz de mevcut. Bu yüzden oy kullanırken anons arabalarının sesine değil, tarihin uğultusuna kulak verelim. Bu dönme dolaptan inelim artık, çünkü meçhul bir cisim hızla yaklaşıyor!