Mecnunum Leylâmı Gördüm...

Doğu, diye başlamış, bakışıp ayrılmanın yeridir deyip söndürmüştü sigarasını. Küllüğe değil, kalbimin ortasına... Leylâ da öyle bakmamış mıydı ilkin Mecnun’a. Onu mecnun eden, güzelim türküdeki gibi, bakış değil miydi: "Bir kerece baktı geçti!" O vakit gel, Leylâ’ya bakalım önce: Ne güzel isim. Zifiri karanlık gece demek. Âşığın karşısına, şairin çıkardığına bak. Tanpınar’ın buradan mülhem şiiri var Leylâ diye; "saçları bahtından daha siyahtır" dizesiyle biter. Baksana güzelliğe: "Bu akşam rüyamda Leylâ’yı gördüm / Derdini ağlarken yanan bir muma / İpek saçlarını elimle ördüm / Ve bir kement gibi taktım boynuma..."

Yatılı okula leyli mektep denir, geceleri kalındığı için. Arabi ayların son gecesidir Leylâ. Bilge Karasu, nefis Gece’sini yazarken okudu mu acaba, Leyl suresi vardır Kur’an’da, tüyler ürperterek başlar: "Ortalığı bürüdüğü zaman geceye and olsun."

Şu tuhaf komikliklerle örülü, lise skeci benzeri diziyi söylemiyorum, orijinal olanından söz ediyorum, sanat imalat değil, yaratımdır. Leylâ’nın bakışına vurulan Mecnun’un asıl adı Kays’tır. Kaf, elif, ya, sin diye yazılır. Uygun, ölçüt, örnek, standart anlamlarını içerir genç adamın ismi. Kıyas kelimesi de oradan gelir. Bir örneğe bakıp diğerini düşünmek, değerlendirmek. Mukayese aynı yerden: Kıyaslanan. Bir zamanlar kıyasa Türkçe karşılık olarak ölçünleme, mukayeseye ölçüştürmek önerilmiş. Bir kıyas gelsin: Leylâ olmasaydı, ismi asla anılmazdı Mecnun’un. Belki o yüzden, iki isimden oluşmuş, fakat kadının önce söylendiği tek eser demek mümkün: Romeo ve Juliet, Yusuf ile Züleyha, Ferhat ile Şirin, Mem ile Zin, Tahir ile Zühre; sıralamada hep erkekler önde. Gerçi adı Leylâ ile Mecnun değildir. Leylâ vû Mecnun’dur aslı: Leylâ’nın Mecnun’u yani.

Leylâ’dan sonradır ki Mecnun adı verilir Kays’a. Ben seviyorsam sen bahanesin denir ya, bunun edebiyattaki altı yüz yıllık karşılığıdır. Sadece 1535’te Fuzuli değil (3098 beyit olmalı), pek çok divan şairi tarafından yazılmıştır bu nefis mesnevi. En önce büyük zat Nizami Gencevi var; MEB’in (bir zamanların MEB’i, yayınevi olan MEB) Şark - İslam klasikleri tercümelerinin üç numaralı kitabı bu Leylâ ile Mecnun’dur. Asıl adı İlyas’tır Nizami’nin. Azerbaycan’da Gence’de doğar. Cemal Süreya da bir şiirinde anmıştır büyük ustayı, Küçük Anne’de: "Genceli Nizami’nin dediği gibi / Taşı onunla yıkasalar / Üzerinde akik biter / bakışların ki..."

Derken Ali Şir Nevai (3622 beyit olmalı). Ali Şir de nefis adam tabii, Çağatayca ve Farsça iki divan, Türkçe - Farsça sözlük (Muhakemet ul Lugateyn) ve edebiyatımızda ilk biyografi. Doğum tarihi 9 Şubat 1441; tabii ki 579’uncu doğum günü kutlanmayacak bu yıl, neden kutlansın ki!

Mecnun ne demek? Arapçadan gelmiş dilimize. Aslı cinn. Cin, mecnun, cenin, cennet, cinnet hep buradan. Her biri farklı anlam çağrıştırsa da görünmemek, gizlenmek, üstü örtülülük demek. Cin, görünmeyen varlık, cennet bilinmeyen yer (gidip de dönen olmadığına göre)... Mecnun peki? Mecnun’un da aklı kayboluyor, öteki insanlara kıyasla. Aklının üstü örtülen âşık. Cinnet de öyle değil mi? Aklın aniden ve kesin kaybı. Araplar kabrin örttüğü şeye de "cenen" diyor, peki ya cenin? Anne karnı örtüp saklıyor cenini de... Can, tende saklanan, canan da canda saklanan mı, belki...

Şairlerin, kahinlerin, devrin Arap yarımadasında cini olduğu, bu ayrıcalıklı durumun onları diğerlerinden ayırdığı düşünülmekteydi. Mekke’de, bu cinliler, gaipten sözlerle bedevi geleneklerini yıktığından kimilerince Mecnun diye anılmış; Kur’an’da Saffat suresi de "mecnun bir şair için Tanrılarımızı bırakacak mıyız" diyerek İslam peygamberini kastetmişti. Şair ile peygamber arası ne kadar uzaktır acaba?

Halit Refiğ’in yönettiği, 1982 tarihli Leylâ ile Mecnun’u da (Orhan Gencebay ile Gülşen Bubikoğlu) anmak gerekiyor burada. Arabesk şarkıcılarının filmleri arasında en çok iş yapanı. Gencebay’ın bir yıl sonra çıkan aynı isimli albümünün kapağında da filmden bir sahne var. Gencebay’ın en meşhur dönemlerinden. Ben sanatçı olarak hiçbir zaman çok sevemedim beyefendiyi; fakir, Müslümcüdür!

Leylâ ile bitireyim. Necatigil’in Leylâ’sı en sevdiğim: "Ben artık bulunduğun şehirden gittim, / İnsan kuş misali! / Sen hâlâ / O kalabalık evde olmalısın, / Gelip gidenin çok mu bari? / Üzgünüm Leylâ, / Dünya hali!" Üzgünüm Leylâ, televizyon dizisiydi, hatırla. Aynı zamanda Dertliyim Ruhuma Hicranımı’da da geçer; Saadettin Kaynak üstadın. Segâh makamı başlar bu şarkı. Akşam ezanının, karanlığın (Leylâ) makamı. Ağırdan alıp şenlenir: Hüzzam ve derken nihavend. Tuhaf sıralanıştır, rakı içirtir. Aslında Mecnun’un halini anlatmak içindir bu tasarım (çünkü sanat tasarımdır). Geleneksel sanat müziği formu içermez. Şarkı, müzikli Arabesk filmlerine Türkçe söz yazma modasının ürünüdür. Bu bağlamda Saadettin Kaynak - Vecdi Bingöl marifeti beste çoktur. Leylâ Bir Özge Candır, Bir Gündü Leylâ’nın Yüzüne Daldı, Leylâ Aceb Neden Ses Vermiyor Feryadıma gibi ürünler hep aynı ikilinin.

Levent Yüksel’in meşhur şarkısı, Orhan Veli’nin Dedikodu şiirinin sonunu hatırla: "Ya o, Muallâ’yı sandala atıp / Ruhumda hicranın’ı söyletme hikâyesi..." Bu da Dertliyim Ruhuma Hicranımı göndermesidir. Mecnun’un Leylâ’ya haykırışı: "Dertliyim ruhuma hicranımı sardım da yine / İnlerim, şimdi uzaklarda solan gün gibiyim / Gecenin rengini kattım içimin matemine / Sönen ümit ile günden güne ölgün gibiyim / Bahtımın yıldızı sanmıştım seni / Sensiz karanlıktır her günüm Leylâ / Her günüm Leylâ, her günüm Leylâ"

Eh işte, bir kerecik baktı geçti! Yazılmalıydı. Yazıldı da...