Medya çağının yeni kültürel değerleri

Yaşamın maddi koşulları değiştikçe, kültürel değerler de değişiyor. Bundan otuz yıl önce Türkiye’ye gelen Japon turistlerin ellerinde fotoğraf makineleriyle her şeyin fotoğrafını çekmeleri garipsenir, hafiften alaya alınırdı. O zamanlar bizim için fotoğraf çekmek görece lüks sayılabilecek bir uğraştı. Artık çoklu-medya çağındayız. Cep telefonu olmayan kimse kalmadı. Fotoğraf makineleri, ses kayıt cihazları artık ceplere girdi. Kültürel değer ve yargılar da değişti. Ama kastettiğim bolca fotoğraf çekmenin artık bizde de normal karşılanması değil. Bunun ötesinde, her şeyi kolayca kayıt altına alma imkânı, kendine özgü kültürel değerler yarattı. İfşa, ihbar ve linç bu yeni kültürün yükselen değerleri.

İfşa, gizli olanı açığa vurmak anlamına geliyor. İhbar ise suçu ya da suç sayılan (dolayısıyla çoğu kez gizlice yapılan) bir davranışı yetkililere bildirme olayı. Toplumsal ilişkiler içinde her şey gizli değildir. Bu nedenle ifşanın bir kültür haline gelmesini sadece gizli olanların açığa çıkartılmasına indirgememek lazım. Yeni kültürel değerlerce ifade edilen ihtiyaçlara hizmet ettiği müddetçe bazen gayet açık, aleni hatta kamusal olan şeyler de ifşa konusu olabiliyor. Nasıl mı?

Olayın kamuoyuna duyurulmasına bir ifşa havası vererek… Bir anda üzerine projektör tutulan kimseler, “saklandıkları” karanlık köşelerinde kamuoyu yani bizler tarafından suçüstü yapılıyorlar. Haber, öznenin hızla linç edilmesi eşliğinde tüketiliyor ve dikkatlerimiz çok geçmeden gündeme düşecek yeni bir ifşaya dönünce, unutuluyor. Sadece son bir hafta içinde üniversite çevrelerinden gündeme düşen üç haber, çoklu-medya çağında toplumun nasıl bir ifşa-ihbar-linç üçgeninde hareket etmeye başladığının örneği oldular.

Trakya Üniversitesi’nde bir öğretim elemanı uzaktan eğitim sırasında öğrencilerin çoğunun bilgisayarı olmadığı mazeretine, herkes üniversite okumak zorunda değil mealinde bir cevap vermiş. Burada konumuz ne bilgisayar sahibi olmayan öğrencilerin mağduriyet yaşadığı gerçeği ne de öğretim elemanının bu sorunu kişisel olarak çözme şansının olmaması. Sorun, gizli olmayan, yasal olarak kurum tarafından zaten kayıt altına alınan ve öğrencilerin isterlerse sonradan defaatle izlemeleri imkânı olan bir görüşmenin, “ihbar ve ifşa” edilmesi. Bu haberin basına düşmesinden sonra ne öğrencilerin bilgisayarsızlık mağduriyetleri giderildi ne de uzaktan eğitim koşullarında bir iyileşme oldu. Sadece medya çağının bir kültürel getirisi olan görünür olma tutkusunun kendi simetriğini yani başkalarını gösterme, ifşa etme tutkusunu da ürettiği görüldü.

İkinci örnek, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün dinleyiciler karşısında yaptığı bir konuşmadan hareketle ifşa, ihbar ve linç edilmesi oldu. Gizli bir toplantıda sarf edilmemiş olan sözler, “biz onları yeni duyduğumuz” için yeniydi. Videoyu yayına verenlerin bize gösterilmesini uygun buldukları kadarıyla hızlı bir şekilde kanaat oluşturmamız ve linçe katılmamız gerekiyordu. Meğerse yüzyıllardır İslam âlimleri arasında yapılagelen tartışmalar, nihayete ermek için sosyal medya çağını beklerlermiş! Allahtan ifşaat sayesinde kamuoyunun haberi oldu da gerekli tıklamalar, retweetler, anonim hesaplardan hakaretler vb. eşliğinde linç vazifesi yerine getirildi ve bu kadim felsefi tartışmalar sonuca bağlandı.

Üçüncü örnek, dün gündeme düştü. Marmara Üniversitesi’nden bir öğretim üyesi, uzaktan verdiği online dersinde Osmanlı dönemi tarihçilerinden Ahmet Refik Altınay’a yönelik suçlayıcı kişisel görüşlerini söylemişti. Tarihçi Ahmet Refik Altınay kamuoyunda tanınmadığından, olayın öncekiler gibi linç etkisi yaratması beklenmez. Ancak sonuç değişmiyor.

Örnekler yükselen yeni kültürel değerlerin ne yöne doğru genişlediğine işaret ediyor. Kendini gösterme, beğenilme, hiç olmazsa kendi çapında şöhret olma arayışı üzerinden başlayan ve mahremiyet algılarımızı dönüştüren süreç, başkalarının mahremiyetini de içine almaya başladı. Şöhrete giden yollar arasında artık kendinizi değil, rızaları hilafına başkalarını göstermek de meşru görülüyor. Bu durum bir yönüyle tüketim toplumu mantığının uzantısı. Toplumsal davranışları, mutlu olmak için para harcamak yoluyla ürün tüketmeye odakladığınızda, teknoloji elverdiği ölçüde tüketilebilecek her şeyi araçsallaştırmaya başlıyorsunuz. Mahremiyet, haysiyet, beden vb. Yeter ki tüketilebilsin. Başka türlü nasıl mutlu olabiliriz ki!