Meğer Adem ile Havva’nın günahını çekmiyormuşuz!
Kitleleri devlet ve Kiliseye boyun eğmede iyi iş görmüş olan Augustine ve Aquinas doktrinleri, 14. yüzyılda halk üzerindeki denetimlerini yitirdi. İngiltere’de Oxford’lu bir vaiz olan John Wycliffe, halkı soyan bir kurum olarak ilan ettiği kiliseyi ve otoritesini reddetti. John Ball adındaki bir başka vaiz de papaz, asil, kral, lord ve her tür otoriteye başkaldırdı.
Veba salgınıyla 14. yüzyılda Avrupa’da yaşanan felaket hem devletin hem de Kilisenin saygınlığını ve ideolojik otoritesini silip süpürdü. Bu salgından sonra yetişen nesiller, bu felaketi Tanrı’nın topluma verdiği ceza olarak gördü. Bu arada veba salgını, daha küçük boyutlarda yineleniyordu. Salgın hastalık emek sıkıntısı yaratıyordu. Bu salgın, Avrupa’da serfliğin işlemeyeceğini anlatır gibiydi. Kaçak serflerin çoğu kırsal bölgelerde boş bırakılmış topraklar, şehirlerdeyse iyi ücretlerin ödendiği işler bulmaya başladı.
HİYERARŞİK EVRENİN ÇÖKÜŞÜ
Kitleleri devlet ve Kiliseye boyun eğmede iyi iş görmüş olan Augustine ve Aquinas halk üzerindeki denetimlerini yitirdi. İngiltere’de Oxford’lu bir vaiz olan John Wycliffe, halkı soyan bir kurum olarak ilan ettiği kiliseyi ve otoritesini reddetti. Kilisenin resmi yetkililerinin Tanrı ile insan arasına girmesinin gereksiz olduğunu duyurdu. Avrupa kıtasının diğer bölgesinde süregelen kitlesel hareketler de benzer görüşler ortaya koydular.
PAPALARLA PAPAZLAR KARŞI KARŞIYA
John Ball ındaki bir başka vaiz de , papaz, asil, kral, lord ve her ne türden olursa olsun tüm otoriteye başkaldırdı ve halkı bunlara başeğmemeye çağırdı. ılında köylüler, serflik görevlerini kendilerine yeniden dayatmaya çalışan asillere karşı ayaklandılar. Ayaklanmanın önderleri Ball eski bir asker olan Tyler . Bastırılmış olmalarına karşın köylü ayaklanmaları İngiltere’deki serfliğin mezar kazıcıları olmuştur.
Avrupa’nın diğer ticaret merkezleri de ayaklanmalarla sarsılıyordu : Artizanlar 1379’Floransa’yı, 1384’de Liege’i ele geçirdiler. Feodal Avrupa’nın bağrından bir değil iki çeşit toplumsal örgütlenme biçimi yükseldi. Bunların arasında ölümüne bir savaş sürüyordu. Artizan, tüccar ve manüfaktürcülerle, bunların yanında yeralan özgür köylülerin kurtarılmış bölgeleri oluşmuştu. Krallar, lordlar, papalar ve bişoplarla birinci grup arasında kıyasıya bir savaş sürüyordu.
ORTAÇAĞ KARANLIĞINDAN RÖNESANS IŞIĞINA
1400 yıllarında ortaya çıkan ticaret şehirleri, eski Yunan’da olduğu gibi, yeni ve devrimci düşüncelerin filizlenmesini getirdi. Aradageçen 1000 yıldan sonra ‘sonlu evren modeli Alman asıllı bir bişop olan Cusa’lı tarafındciddi bir biçimde sorgulanmaya başlandı. yılıdoğan ve İtalya’da üniversitesinde eğitimini tamamlayan Nicholas çağ dünya görüşüyle Rönesans dünya görüşleri arasındaki geçiş döneminin ilginç kişisi oluyordu. Herkes gibi o da çevresine geleneksel görüşleri yayıyordu; ancak onun görüşleri, ortaçağ düşünürlerinin yadsımayı asla düşünmediği ‘nun örüşleri değil, ikibin yıl önceki İyonya uygarlığının görüşleriydi. tıpkı ‘in ığı gibi, evrene yeni bir bakış açısı getirdi.
Öğrenilmiş Cehalet adını verdiği baş yapıtında Nicholas, Anaxagoras’ın temel düşüncesine döndü: sonsuz, sınırsız evren. ‘un evreninin özeğinde Yer ve onun çevresinde eşözekli küreler yeralmaktaydı. , evrenin ne uzayda sınırlı olduğunu ne de zamanda bir başlangıç veya sonunun bulunduğunu savunuyordu. Tanrı, uzay ve zamanın ötelerindeydi. modelinde Tanrı, sonlu evrenin dışında yeralıyordu. Tanrı’yı her yerde ve hiçbir yerde olarak düşlüyordu.
YER İLE CENNET AYRIMINI ORTADAN KALDIRDI
Nicholas’ın sonlu evreninde sınırsız sayıda yıldız ve gezegen bulunuyordu. İçinde yaşadığımız evrenin bir özeği olmadığı gibi, devinimsiz bir tek noktası bile yoktu. Evrendeki tüm gök cisimleri gibi Yer de deviniyordu. Yer’in üzerinde bulunduğumuz, onunla birlikte devindiğimiz için o devinimsizmiş gibi görünüyordu. Giderek Yer özekli evren modeli tamamen bırakıldı.
Yine Anaxagoras ve John Philloponus’un ıkları gibi Yer - cennet arasındaki büyük ayrımı ortadan kaldırdı. Yer ve yıldızlar aynı elementlerden oluşuyordu. Yer kusursuz olmadığından cennet de kusursuz değildi. ‘nun çember yörüngeleri, gerçek devinimleri betimlemede kullanılan yaklaştırmadan başka bir şey olamazdı.
Yeni bir evren modeli gelişiyordu. Nicholas yeni modelle, gözlem ve deneylerden öğrenmenin ilişkisini kuruyordu ; “Fikirler, düşünsel ürünler, salt usun yapı taşlarıdır” diyen ‘cu örüşü eleştirdi. , gerçeğe ancak duyu organlarıyla algılanan duyuların soyutlaştırılması ve bu duyuların yarattığı izlenimlerin örgütlenmesiyle erişebileceğini savunmuştur.
GERÇEK TEK VE MUTLAK DEĞİL
Gerçek dediğimiz şey sonsuz dereceden karmaşık olduğundan bilgi yalnızca yaklaştırmalar dizisi olarak betimlenebilir. Bilgi, giderek daha fazla deneysel sonuçları birleştirir. Nicholas’a öre insan usunun anlaması sınırlı olmasına karşın, gerçeği anlama yeteneği ve anlama isteği sonsuzdur. “Göz yeterince çok göremediğinden usumuz gördüklerimizle yetinmiyor”. Bu açıdan bakıldığında, kişinin öğrendiği herşey onu bilgisizliğin ötesine geçiremiyor. Yine de bilgisizlik sınırları içersinde bulunuyor olmamız öğrendiklerimizin yanlış olmasından değil, gerçeğe ulaşamayacağımızdan kaynaklanıyor. Bu nedenleHerşeyin Kuramı (TOE) bir şey asla olamaz!
SON GERÇEK YOKSA SON OTORİTE DE YOKTUR
Nicholas’ın ştirdiği çık bilgi kuramı us ve otorite temelinde yükselen “mutlak gerçek” diye adlandırılan kavrama karşı ileri sürülmüş olan en öldürücü silahtır. Eğer “son gerçek” yoksa son otorite de yok demektir. devrimci kuramını dinsel öğretilerin ilahi ilhamla gelen bilgilerine dek uygulamıştır. , dogmalara karşı çıkanların büyük bir “zevkle” ortadan kaldırıldığı, Hristiyan ve Müslümanların birbirini boğazladığı dönemlerde dinsel hoşgörü düşüncesinin bayrağını dalgalandırdı. ‘a öre Hristiyanlık, Yahudilik ve Müslümanlık sonsuz boyutlara sahip dinsel gerçekliğin yalnızca değişik parçalarıdır ; bu dinler, insanoğlunun ilahi gerçeğin algılayabildikleri parçalarıdır. Bu dinler, Tanrı’ya olan ortak inanç ve ortak tinsel değerler temelinde birleştirilebilirdi.
Nicholas’ın politik düşünceleri özgür şehirleri sarmaya başladı. ve Aquinas’ın ğu, “Adem ve Havva’nın günahını çekmeye mahkum olan insanlık” görüşü yerine insan özgürlüğünü savunan ilke yaygınlaştırıldı. Sonsuz evrendeki yıldızlar ve gezegenler gibi tüm insanlar da doğuştan eşit ve özgür olduğuna göre, insanın insanı yönetmesi doğal bir sonuç değildir. Tam tersine, ister devlet ister Kilisenin kuralları veya yönetimi, ancak yönetilenlerin rızasıyla gerçekleşmelidir. Yöneticiler ve yönetim biçimi halk tarafından seçilmelidir.
Biçimi tutucu da olsa Cusa’lı Nicholas’ın düşünceleri Plato zamanından beri süregelen toplumsal ve kozmik hiyerarşi düşüncesinin köklerinin koparılışını simgeler.