Memleket manzaraları -(TAMAMI)
Aydınlık Gazetesi’nin başına gelen son olay beni yıllar öncesine götürdü. Sanki tarih tekrar ediyor. Anlatayım, anlatayım ki, siyasetçiler ve bugün kuvvetliden taraf olan, aymazlık içindeki medya patronları akıllarını başlarına toplasın.
Yıl 1959’un sonu.
Adnan Menderes Başbakan ve İzmir’de 21 Eylül’de bir konuşma yapıyor. Ana muhalefet partisi lideri İsmet Paşa’nın o konuşmaya koyduğu tanı şu: “Güdümlü demokrasi arzusu!” 1960’ı hazırlayan koşullar içinde o konuşmanın ve İsmet Paşa’nın koyduğu tanının rolü de büyüktür.
Menderes o tarihlerde Fransa’da gelişen olaylardan ve De Gaulle’ün yeni anayasasından esinlenerek şöyle demişti :
“Biz öylesine bir demokrasi, öylesine bir hürriyet rejimi bulup tatbik etmek mecburiyetindeyiz ki; bu rejimde bütün hürriyetin esasları mahfuz bulunacak ve rejimin temelini teşkil eden bir devlet nizamını muhtevi olacaktır.
Fransa’da bir hürriyet suiistimali olmuştu. Şimdi Fransa halkı hürriyet rejimine gitmek istiyor. Fransa’nın referandum ile kabul ettiği yeni anayasa, eski anayasalardan yüzlerce fersah uzaklaşmış, bambaşka bir ruh içinde yazılmıştır.”
Sonra örnekliyordu:
“Bizimkiler korkutmaya çalışıyorlar; valiyi, kaymakamı, savcıyı tehdit ediyorlar. Kendilerine hatırlatayım; bir daha valiye, kaymakama, savcıya ‘Sana şunu yapacağız’ derlerse demokrasiye paydos olacaktır.” (K.A., Bir Numaralı Tanık, 1. Baskı, Doğan Kitap, s. 164)
İsmet Paşa’dan şu yanıtı aldı:
“DP Genel Başkanı’nın demokrasiyi paydos etmeye gücü yetmeyecektir. 1958’lerin Türkiye’sinde tehditlerden korkan kimse yoktur. Onların yanıldıkları ve hesaba katmadıkları nokta, 1958 Türkiye’sinde 40 yaşından aşağı olanların sağdan yazı yazmasını bilmeme noktasıdır. Farzımuhal herhangi bir kimse demokrasiye paydos etmek gibi bir harekete özenip sabahleyin böyle bir teşebbüste bulunsa, akşama kadar kendisinin ve etrafındakilerin, memleketin başlarına yıkılıp kendilerini zindana soktuklarını göreceklerdir.” (A.G.E., s. 165)
Aydınlık ve Akis
Ben iki yayın organının bunca yıl sonra aynı kaderde birleştiklerini görünce bir anda İsmet Paşa’ya Uşak’ta taş atıldığını, başının kanadığını, bazı gazetecilerin yaralandığını anımsadım. 1958-1968 arasında Akis’i ben yönetiyordum. Tıpkı Aydınlık gibi dehşetli bir muhalefetle gerçekleri yazıyorduk. Bir süre sonra Tahkikat Komisyonu beni aldı ve cezaevine gönderdi. 51 yıl sonra Aydınlık’ın imtiyaz sahibi Mehmet Sabuncu’nun başına gelen, İsmet Paşa’nın koyduğu teşhisin doğruluğunun tekrarlanması değil de nedir?
Daha dün eşimin ameliyathaneden çıkmasını beklerken hastane koridorlarında gencecik Doç., Prof.’larla konuşuyordum. Hemen hepsi Aydınlık okuyucusu olmuşlardı. İçlerinden biri çok acı bir gerçeği şöyle ifade ediyordu:
“Artık bu memlekete ve bu sisteme hizmet edilemez.”
Bir ülkede doktorlar, muayenehaneleriyle tıp fakültesi hastaneleri ya da kamu kuruluşları arasında tercih yapmak zorunda kalıyorsa, o ülkede yaşayan insanların ne sosyal haklara ne de hukuk sistemine inançları kalır. Eczanelerden, ilaç fiyatlarında yapılan yanlış uygulamalar nedeniyle ilaç alınamıyor. Hukuk ve adalet tartışma konusu, hayat pahalılığı almış başını gidiyor ve bunları, daha başka gerçekleri dile getiren tek gazete Aydınlık; önce Maliye’nin sonra Terörle Mücadele Şubesi ekiplerinin baskınına uğruyor. Bir ülkede basın ve medya mensupları sokaklarda hak ve özgürlüğünü arıyorlarsa, halkın derdini kim duyuracak?
Korkarım “Demokrasiye paydos” borusu çalarsa, demektir ki; 51 yıl önce Akis’in uğradığı hukuk dışı saldırı neyse Aydınlık’ın uğradığı saldırı da aynı. O zaman “vay bu demokrasinin haline!”...