Memleket ve hasret aydınlığı

Nâzım Hikmet, bir şair olarak yüklendiği daha önce görülmemiş boyutlardaki çok ağır ve evrensel girişimi, eşsiz bir yeti ve ustalıkla dorukta sonuçlandırdı: Çağın insani gerçekliğini bütünlüklü olarak şiirde içselleştirirken, Türkçenin ayak basmadık nerdeyse tek karışını bırakmaksızın, Türk şiir birikim ve geleneğinin modern yeniliklere açılacağı rayları da döşedi. İçerik ve biçimin böylesine birbiriyle kaynaşarak aynılaşıp tekleştiği bir başka yapıt örneği arayıp bulmak, gerçek şu ki imkânsız denecek ölçüde zor bir uğraş... Nâzım bu uğraşın üstesinden geldi. Bunu başarırken yaşamının 15 yılını ağır cezaevi koşullarında geçirdi. Ama işine olan inancını ve saygısını asla yitirmedi. Cezaevlerinde ülkenin en bıçkın, asi, gözükara, sevdalı insanlarıyla 15x365x24= ... saat birlikte oldu; Yunus’tan emanet alınan, kusursuz ölçüde işlek, akışkan, her türlü yaratıcılığa yatkın bir Türkçeyi edebî yaratımın yüceliklerinde yeniden yoğurup çıkardı. Yine tıpkı Yunus gibi, yaşadığı dünya ve ülke dışında cennet aramaksızın memleket aşkıyla yaşadı, ülkesinin insanları için savaştı, ülkeyi ve insanlarını anayurt bildi. Her çıkışında bir süre sonra geri döndüğü yurdunu şiirlerinde memleket ve hasret aydınlığıyla dile getirdi.

Nâzım’ı memleket ve hasret aydınlığı taşıyan şiirleriyle Ulusal Kanal’da Şûle Perinçek’in programıyla bu yıl yine anıyoruz, şiirseverleri ekran başına bekliyoruz. Dört Hapisaneden kitabının buram buram yurt sevgisi kokan şiiriyle başlıyoruz:

Memleketimi seviyorum:

Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.

Hiçbir şey gideremez iç sıkıntımı

Memleketimin şarkıları ve tütünü gibi.

Memleketim:

Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,

kurşun kubbeler ve fabrika bacaları

benim o kendi kendinden bile gizleyerek

sarkık bıyıkları altından gülen halkımın eseridir.

Memleketim.

Memleketim ne kadar geniş:

dolaşmakla bitmez, tükenmez gibi geliyor insana.

Edirne, İzmir, Ulukışla, Maraş, Trabzon, Erzurum.

Erzurum yaylasını yalnız türkülerinden tanıyorum

ve güneye

pamuk işleyenlere gitmek için

Toroslardan bir kerre olsun geçemedim diye

utanıyorum.

Memleketim:

develer, tiren, Ford arabaları ve hasta eşekler,

kavak

söğüt

ve kırmızı toprak.

Memleketim.

Çam ormanlarını, en tatlı suları

ve dağ başı göllerini

seven alabalık

ve onun yarım kiloluğu

pulsuz, gümüş derisinde kızıltılarla

Bolu’nun Abant gölünde yüzer.

Memleketim:

Ankara ovasında keçiler:

kumral, ipekli, uzun kürklerin pırıldaması.

Yağlı, ağır fındığı Giresun’un.

Al yanakları mis gibi kokan Amasya elması,

zeytin

incir

kavun

ve renk renk

salkım salkım üzümler

ve sonra karasaban

ve sonra kara sığır

ve sonra: ileri, güzel, iyi

her şeyi

hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır

çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım

yarı aç, yarı tok

yarı esir...