“Merkez Türkiye” mi? (2): Demokratikleşirsek çökmeyiz/ çözülmeyiz
Bir panzehir siyasetine gerek yok. Türkiye’nin seçimi şunu gösterdi ki; bir arada yaşama isteği/arzusu güçlü olduğu kadar, çoksesli bir siyaset toplumun en temel arzusu.
Bunu da farklı kutuplardaki insanlar mevcut seçim sistemi içinde yaptı. Şimdi iş uzlaşmada, ülkeyi demokratikleştirmededir. Amaç bir hükümet kurmak olsa da, asıl başlama noktası toplumun demokratik hak ve özgürlüklerini karşılayabilecek yeni argümanları ortaya koyabilmektir.
Siyaset sosyolojisinde parti ideolojisi vardır elbette. Ama ideolojik bir “devlet” kurma ya da hükümet etme yoktur. Olsa olsa devletin ideolojik aygıtları olur, parti devleti ideolojisi fikri çöküntüye uğramıştır bugün.
Parlamenter demokrasiden başka bir seçim/çözüm olmadığına göre, siyasete soyunanların partilerindeki yönergeler onların söz söyleme, retorik kurma söylemlerini de belirler bir bakıma. Yani, her siyasi figür/aktör toplumu okuyarak siyasi arenada yer alır.
Bugünün dünyasında, ve günümüz Türkiyesi’nde ne dinsel, ne ırksal bir devlet siyaseti mümkün değildir. Bunu bir söylem kılarak kitlelerin size yönelmesine neden olabilirsiniz. Bu bir tutumdur. Gelgelelim o yönelimin söylediğinden şu çıkarılmamalıdır, git bir Türk/Kürt/İslami devlet kur/yönet. Ne ki, hayaliniz bu olsa bile.
Bugünün Türkiye gerçeğinin yolu demokratikleşmeden geçmektedir. Siyaset dediğimiz şeyin aktörleri de onları seçenlerin isteklerine kulak vermelidirler. Ülkenin en temel sorunlarını listeleyip işe oradan başlamalıdırlar:
- toplumsal uzlaşma,
- ekonomik refah,
- eğitim,
- sağlık,
- üretim,
- kültürel haklar,
- dış politika,
- yolsuzluklar,
- işsizlik, vb.
Böylesi bir sıralama yapıp önceliklere göre hareket etmek zorundadır ülke yönetimine talip olan siyasi partiler. Pragmatist davranıp seçim bildirgelerindeki vaatlerini bir yana bırakarak yol almaları da mümkün olamadığına göre, yapacakları her ittifak/hükümet ortaklığı ülkenin geleceği kadar kendi siyasi geleceklerini de belirleyecektir.
Eğer bir restorasyon yapılacaksa; topluma ayar vermek yerine, bu sorunların çözümü için ortak akıl/ortak argümanlar geliştirmek zorundadır bu “iktidar”.
“Muktedir” olmak için değil, toplumu özgürleştirmek için yönetime talip olmalıdır “Merkez Türkiye” siyasetiyle yola çıkan CHP.
Toplum ne iktidar, ne de muhalefet “kibir”ini istemektedir. Yönetme erdemini bir silah gibi kuşanmayan herhangi bir siyasi partinin mevcudiyetini eninde sonunda toplum sorgular.
Alınan “oy”, yapılan “seçim” hiçbir siyasi aktöre kibir gömleği giymesi için verilmemiştir.
Dilerseniz, bu kıyıda, Descartes’ın sevgi ve nefret söylemi üzerine şu söylediklerine göz atalım:
“Sevgi ruhsal bir heyecandır; ruhun kendisine uygun gördüğü şeylere kendi isteğiyle katılmasına olanak tanıyan zerrelerin hareketinden doğar. Nefret de zerrelerin doğurduğu bir heyecandır ve ruhun kendisine zararlı görünen şeylerden kurtulmasına neden olur. Bu heyecanların zerreler tarafından yaratıldığını söylüyorum, çünkü birer Edilgin Hal olan ve bedenden kaynaklanan Sevgi ve Nefreti, ruhun kendisi için iyi olan şeylere kendi isteğiyle katılmasını, kötü olan şeylerdense uzaklaşmasını sağlayan hükümlerden ve bu hükümlerin ruhta uyandırdığı heyecanlardan ayırt ediyorum.”(*)
Toplumun demokratikleşmesi nefreti ortadan kaldırabileceği gibi, “pişkin yüz” siyasetçiler çağını da kapatacaktır, eminim!
Bir de, Jürgen Habermas’ın şu sözlerinin ne anlama gelebildiğini bugün iyice okumak gerektiğini düşünüyorum:
“Liberal bir politik kültür, çok kültürlü bir toplumda farklı olarak yan yana bulanan yaşam biçimlerinin bütünlüğünün ve çok yönlülüğünün anlamını netleştiren bir anayasal yurtseverliğin ortak paydasını oluşturur.”
“Merkez Türkiye” söylemini siyasi bir argüman olarak öne çıkaran CHP’nin bunu da gerçekleştirme şansını ne kadar yakaladığını sanırım önümüzdeki günlerde göreceğiz. Sol’da mı duruyor, yoksa henüz liberal bile olamayan muhafazakar kanadın istetmesine mi dönüşüyor “zaman usta” bunu bize anlatacaktır elbette...
(*) Duygular ya da Ruh Halleri, Descartes; Çev.: Çiğdem Dürüşken, 2015, Alfa Yay.,
213 s.