Mide bulandıran şeyler-(TAMAMI)

Bir çiftçinin yanında (tarlasında) ücret karşılığı çalışan tarım işçisi olan “tutma” işveren ailesine yakındır ama geleneksel olarak hepsi sömürülür. Hepsi eziktir.

Benim bu yazıda sözünü edeceğim medya ve basın tutmaları, hiçbir durumda sömürülmezler, başta patronları olmak üzere iktidarı, halkı, güven duygusunu, ideolojileri, düşünceleri her koşulda sülük gibi emerler. Tavırları kabaran hindi gibidir, ama gerçekte şosede ezilmiş kurbağa ve yılan ölüsüne benzerler. Hangi gazetede yazarlarsa yazsınlar, hangi medya kuruluşunda çalışırlarsa çalışsınlar, hepsi tam bir dayanışma içinde, kanlı bir mafya düzeni oluştururlar. Soldan dönme (dönmüş) olmaları da en ayırt edici, en mümtaz özellikleridir.

Konu tanımlaması

Bunlara değişik zamanlarda değişik adlar taktım: “Ana rahmine haklı düşenler”, “Yeni Osmanlıcılar”, “Yeni Mürteciler”, “Müflis Entelektüeller”... Polemik kitaplarımın figüranlarıdır bunlar. Bazı sahnelerde şöyle bir görünürler. Ancak bu kadar!

Ortak özellikleri “başarısız (raté)” ve “dönme” olmalarıdır. Öğretim üyesi, “profesör” falan olanlarının dişe dokunacak akademik çalışmaları, yapıtları ve kalp oldukları için, Meriç’in batısında bilimsel geçerlilikleri yoktur. Tabela profesörüdürler. Parayı, ünü, iktidarı sevdikleri, bunların kulu ve kölesi oldukları için hiçbir zaman bilim adamı olamamışlardır, olamazlar.

Gazeteci olanlar, bir zamanlar devrimci idiler. Kendilerini Marx, Engels, Lenin, Castro, Che Guevara sanıyorlardı. Devrim yapacaklar, ülkeyi yönetecekler, iktidar sahibi olup parayla oynayacaklar ve en güzel kadınlarla yatacaklardı. Kof egolarından başka sermayeleri yoktu. Yenildiler. Dayak yemiş köpekler gibi kuyruklarını kıstırıp galiplerin hizmetine girdiler.

Yaptıkları önceki işlerinde ya da asıl işlerinde tamamı başarısızlığa, bozguna uğramıştır. Gazete yazıcılığı mesleğinde evrensel etik kuralları geçerli olmadığı için, görece başarılı olmuşlar, gazete, radyo ve televizyon patronları ile iktidar sahiplerine her türlü hizmeti sunmuşlardır. “Fazla okunan”, “duayen” ayaklarına yatarlar ama bunun gerçek bir yanı yoktur. “Aynı yerde otlayıp ota para vermezler, birbirlerini keseleyip tellağa para vermezler kabilesi”nden oldukları için birbirlerine gazoz kapağı madalya takarlar.

Bu kadar iltifat yeter

Özal dönemiyle birlikte, kulaktan duyma bildikleri yapısalcılık (structuralisme) ve post-modernizme sığınmışlar, yenilgilerini fatura edecek adresleri bulmuşlardı: 1923-1950 dönemi Cumhuriyeti, Kemalizm, cumhuriyet devrimleri, ulusal devlet... Henüz TSK’ya karşı horozlanamıyorlardı. Bunun için AKP iktidarını beklediler. Bunların ilk kuşağı Özal döneminde ortaya çıktı. Kurnaz Özal bunların ezikliklerinden yararlanmayı bildi.

İşte bu arada özel tarihlerinin en önemli keşfini yaptılar ve “dinozor” sözcük-kavramını buldular. Kendileri gibi “vesikalı” olmayan cumhuriyetçilere, cumhuriyet devrimcilerine, “Endişeli Kemalistler”e, sola sadık kalanlara, İdris Küçükömer gibi solu sağda, sağı solda aramayanlara, “dinozor” demeye ve onları aşağılamak için, “siz hâlâ bizim bıraktığımız yerde otluyorsunuz” cümlesini kullanmaya başladılar.

“Dinozor”un ardından, CIA ajanlarının tavsiyesiyle, “Tarihle yüzleşme”, “İrtica ve Bölünme Paranoyası” geldi.

“Tarihle Yüzleşmek”, İttihat ve Terakki ile tek parti dönemine küfretmek, Ermeni Soykırımı iddialarını kabul etmek ve Cumhuriyet’e karşı ayaklanmış, mürteci ve ayrılıkçı Kürt liderleri aklamaktan ibaretti.

Gönüllü gibi görünseler de hemen hemen hepsi çeşitli çıkar ilişkileri ile AKP hizmetine girdiler. Onlara göre AKP, Türkiye’yi en kısa zamanda Avrupa Birliği’ne sokacak ve bu sayede ülke çok kısa zamanda demokrasiye kavuşacaktı.

Kalın kafalı megaloman oldukları için AKP’yi koşulsuz desteklediler ve koşulsuz Cumhuriyet düşmanlığı yaptılar.

Şimdi ihanete uğradıklarını, sıkılıp bir posa gibi çöplüğe atıldıklarını, atılacaklarını artık anlayama başladılar. AKP’nin Türkiye’yi asla Avrupa Birliği’ne sokmayacağını, bindiği “demokrasi treni”nden, sırası geldiğinde, bir İslamcı rejim durağında ineceğini hissediyorlar.

Şimdi ne yapacaklar? Onurlarını çoktan yitirmişler, AKP’ye muhalefet edecekleri saygın bir ideolojiden yoksun bulunuyorlar. AKP’ye açıkça muhalefet etseler gazetelerdeki, televizyonlardaki işleri kaybedecekler, işsiz kalacaklar. Tamamının bankalarda, yatırımlarda kendilerine onlarca yıl yetecek birikimleri vardır, ama ortada yamanacak, yanaşacak bir iktidar alternatifi bulunmadığı için AKP’ye hizmete devam edecekler. Aslına bakarsanız, AKP ve daha doğrusu R. T. Erdoğan bunlara posa muamelesi yapmasaydı, dünya umurlarında bile değildi.

Müflis esnaf

Aslında, artık bunlara “Müflis Entelektüel” demek de mümkün değil. Hepsi büyük esnaf, işadamı! Endişeli Kemalistler’i budala dinozor olmakla suçluyorlar, kaygılarını ise “İrtica ve Bölünme Paranoyası” diye utanmazca aşağılıyorlardı.

Devlet kadrolarındaki İslamcı istilanın sözünü bile etmiyorum. Eğitim sistemindeki 4+4+4 rejimi, laik okulların imam-hatipleştirilmesi irtica saltanatının dünyaya ilanından başka bir şey midir? İrticanın öteki gösterilerini önümüzdeki günlerde izleyecekler ve utanmadan irticanın hizmetine gelecekler.

Bölünme Paranoyası’na gelince: Kürtçüler için tek çözüm “bölünme”dir. Böyle olmasaydı, “Anadilin özgürce öğrenilmesi hakkı”nı kullanıp, bölünme anlamına gelen “Anadilde öğretim hakkı” istemezlerdi. Bu esnaf öylesine budaladır ki “demokrasi”nin Kürtçüler için bir “elmalı şeker” olduğunu anlamaları mümkün değildir.