Milli olmak, hedefte olmak
Darya Dugina’nın öldürülmesi mi daha ürkütücü yoksa cinayetin ardından Batı basınında çıkan yorumlar mı, kestirmek güç.
Hayatının baharında bir gazeteci, bir düşünce insanı, hain bir saldırı ile öldürülüyor. “Hümanist” Batı basınından en küçük bir kınama gelmediği gibi, adeta sevinç çığlıkları yükseliyor.
Darya’nın ölümü, Batı barbarlığının en çirkin yüzünü bir kez daha görmemizi sağlıyor.
Bir cinayet işlediğinizde katil olursunuz.
İşlediğiniz cinayetten gurur duyuyorsanız sadece katil değil, aynı zamanda barbar bir katil olursunuz.
İşte “çağdaş” Batı budur, cürmü ile övünmekte, alçaklığı ile kendine paye vermekte, masumların ölümü karşısında şehvet dolu haz çığlıkları atmaktadır.
Batı’nın dört yüz yıldır mazlum coğrafyalarda işlediği cinayetlerin kılıfı medeniyetti, otuz yıldır Müslümanların üzerine bombalar yağdırılıyor, gerekçesi yine medeniyet. Afganistan’da, Filistin’de, Libya’da, Yemen’de, Irak’ta katledilen milyonlar “kutlu medeniyet makinasının” yakıtı oldular. Vahşice öldürüldüler ama ne gam, cani Batı’nın sapık zihniyetine göre “ne mutlu onlara!”
İnsan kendini en çok memleketinde, doğup büyüdüğü şehirde güvende hisseder. Muhtemelen Darya da Moskova’da öyle hissediyordu. Her düşünce insanı gibi, fikirlerinden başka bir silahı yoktu. Onu önce öldürdüler, sonra şeytan kılığına sokup cesedinin üzerinde dans ettiler.
Benzer bir saldırı Paris’te veya Berlin’de olsaydı muhtemelen Batılı liderler kol kola yürüyüş yapıyor, basın sabah akşam terörü lanetliyor olurdu. NATO’nun uçakları çoktan havalanıp kendilerince sorumlu ilan ettikleri bir ülkeyi bombalamaya başlamışlardı bile. Ama Darya’nın öldürülmesi şerefsizce kutsandı. Doğu’ya verilen gözdağının bir aracına dönüştürüldü.
Bu hepimize verilen bir mesaj. Doğu’nun tüm milli aydınlarına, fonlar ile, ödüller ile satın alamadıkları tüm gazetecilere, yazarlara yönelik bir tehdit.
Ve hepsinden daha önemlisi… Zaten var olan bir tehdidin, hepimize yönelik zaten devam eden şiddetin daha yüksek dozlu bir uzantısı.
Türkiye’deki basın yayın dünyasına bir bakın. Bizler, yani ülkenin bağımsızlaşmasından yana olan yazarlar, gazeteciler, uzunca bir süredir psikolojik ve fiziksel şiddetin her türlüsüne maruz kalmıyor muyuz? Batılıların Darya’ya yönelik etiketlemelerinin hepsi bize de yapılmıyor mu? Ülkemizi sevdiğimiz için, gavurdan para almadığımız için, Batılılara köpeklik etmediğimiz için her türlü hakarete uğramıyor muyuz?
Ailemize varıncaya kadar tehditler almıyor muyuz, taciz edilmiyor muyuz?
Fiziksel şiddete uğramıyor muyuz?
Şiddete uğramamız karşısında atılan sevinç çığlıklarını duymuyor muyuz?
Dağ başında uluyan vekil, Latif Şimşek’e saldırdığında, kınama mesajlarından birinin altına girip “Latif Şimşek de gazeteci mi yav” diye gevrek gevrek gülen yazar hanımı hatırlayın. Aklınca, “Bunlar gazeteci falan değil, dayak yemeleri de meşrudur” diyordu.
Batıperestliği ile bilinen bu kadının iğrenç sözleri, tam da Batı'nın Doğu’ya bakışını yansıtıyor. Batılı gazetecilerin Darya’nın ardından attıkları sevinç çığlıklarına benziyor. Batı’dan para alıp bizleri aşağılayanlar, bizleri dövmeye kalkanlar, aslında bir yandan Batı’nın kurşunlarına yol gösteriyor.
Moskova’nın göbeğinde bir aydını hedef alan terör, bizlere de ulaşabilir mi diye sormadan edemiyoruz.
Sonuçta, Darya’nın katili Ukraynalı sarışın, mavi gözlü bir kadındı. Türkiye’ye on binlerce Ukraynalı geldi. Ellerini kollarını sallayarak, sadece nüfus cüzdanlarını göstererek. Bunların arasında suçlular var mı? Terör bağlantısı olanlar var mı? Suriyelilere “potansiyel terörist” muamelesi yapılırken Ukraynalılar da hiç değilse küçük bir güvenlik soruşturmasından geçiriliyor mu? Yoksa sarışın mavi gözlü olmak katil olmayı engelliyor mu? Bilmiyoruz!
Bir yandan gavur parası alanların bizlere yönelik başlattığı linç havası, diğer yandan Ukraynalı göçmenler ile beraber artan terör riski… Rahmetli Hrant Dink’in “güvercin tedirginliği” ile ifade ettiği korku ikliminin içine çekiliyoruz.