‘Milli Şef faşizmi’ mi?-(TAMAMI)

Bir AKP milletvekili, TBMM Genel Kurulu’nda konuşma yaparken, İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanı olduğu dönemi kastederek “Milli Şef faşizmi” ifadesini sarf edince, CHP içinde kalmış olan az sayıdaki ulusalcı milletvekili haklı olarak buna sert tepki gösterdi.

Olayları yaşandığı zaman dilimi içinde yorumlamak gerekir. Ulu Önder Atatürk’ün hayata gözlerini yumduğu günlerde dünya bir harbe sürükleniyordu. Büyük Atatürk bunu daha 1931 yılında görmüş ve kendisini ziyarete gelen Amerikalı General McArthur’a “Bu harbin yegane kazananı da ‘Bolşevikler’ olacaktır” demiştir.

İnönü de yol göstericisi, şefi Atatürk gibi, yeni bir dünya savaşının hem yakın hem de kaçınılmaz olduğunu, Cumhurbaşkanı olduktan sonra da çeşitli vesilelerle söylemiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesi yapılan askeri ve siyasi değerlendirme hatalarının nelere mal olduğunu iyi bilen İsmet Paşa, yaklaşan İkinci Dünya Savaşı’nda böyle askeri ve siyasi hatalar yapılmaması gerektiği bilinci içinde, bu ülkeyi harbe sokmamak için elinden geleni yapmış ve bunda da başarılı olmuştur.

Şevket Süreyya Aydemir’in söylediği gibi “Türkiye’de Cumhuriyet’i askerler kurdu. Bu kurucular, savaş meydanlarından gelmiş, savaşlar içinde yoğrulmuş insanlardır.

Onlarda, savaşın kokusunu çok daha önceden duyan ve gelecek savaşın neler getirebileceğini önceden sezebilen, tecrübe edilmiş nitelikler vardı. Savaşı bildikleri için de savaştan çekiniyor, korkuyorlardı.

İkinci Dünya Savaşı içindeki önder kadronun, savaşı bilmekten gelen bu savaş çekingenliği, yakın tarihinde Türk ulusunun şansı ve öngörüsü olarak değerlendirilmelidir.”

Ülke tarihine saygısızlık

Maalesef bu ülkenin dinci kesimlerinin büyük bir çoğunluğu cehaletlerinden, kalan kısmı da Cumhuriyet’ten öç almak duygularıyla, bu ülkeyi büyük badirelerden kurtaran, bırakın harp meydanlarındaki, Lozan’daki başarılarını; sadece bu ülkeyi İkinci Dünya Savaşı’na sokmayarak bu ülke çocuklarının babasız kalmalarını önlediği için de onlara en büyük hizmeti yapmış İsmet İnönü’ye saldırmayı adet haline getirmişlerdir.

Bu ülkenin Başbakan’ı ülkenin ikinci Cumhurbaşkanı’na Hitler benzetmesi yapabilmiş; onun bir milletvekili de “Milli Şef faşizmi” diyebilmiştir. Bu, ülkenin tarihine yapılan bir saygısızlıktır. Bugün eğer Recep Tayyip Erdoğan bu ülkede Başbakan, İsmet Paşa’yı faşist olmakla suçlayan kişi de milletvekili olabilmişse, onun bu ülkede demokrasinin önünü açması sayesindedir.

Onun ülkeyi Dünya Savaşı badiresinden uzak tuttuğu dönemde İtalya’da Mussolini, Almanya’da Hitler, doğuda Bolşevikler büyük güç ve totaliter rejimler olarak ortada görünüyorlardı. Dünyada demokrasiyle yönetilen ülke sayısı da üçü beşi geçmezdi. Totaliter rüzgarların estiği dönemde, 1940’ta Köy Enstitüleri kuruldu, tek parti döneminde parti içinde muhalefet açıkça yapılmaya başlandı. Celal Bayar ilk parti içi muhalefet çıkışını 1944’teki bütçe görüşmelerinde rahatlıkla yaptı; kimse de Bayar’ı kulağından tutup kapının önüne koymadı, böyle bir şeyi düşünmedi bile.

Bugün İsmet Paşa’yı faşist olmakla suçlayan milletvekili, “O hangi bakansa bana söyleyin kulağından tutup atayım” diyen Tayyip Erdoğan’ı nasıl demokrat olarak içine sindirebiliyor, anlayabilmiş değilim.

O milletvekilinin yüreği yetiyor mu, kendi partisinin grup toplantısında, partisinin bir işlemini veya getirdiği bir yasayı eleştirebilsin. Eleştirmek ne kelime, geçmiş yıllarda Kürtçü bir partinin mensubu olarak, Tayyip Erdoğan’ın söz ve eylemlerini eleştirdiğinin ortaya çıkması üzerine, Başbakan’dan defalarca özür diledikten sonra, “O sözlerim cahiliye dönemime aittir” diyebilmeyi bile içine sindirmiştir.

O faşist olmakla suçladığı İsmet Paşa, 19 Mayıs 1945 tarihinde yaptığı konuşmada “Memleketin siyaset ve fikir hayatında demokrasi prensipleri daha geniş ölçüde hüküm sürecektir” diyerek, dünyada gelişen demokrasi ışığını Türkiye’de de yaktı. O dönemde İsmet Paşa’yı buna bu ülkede zorlayabilecek bir güç var mıydı? Tek kelime ile yoktu...

Demokrasi bayrağını çeken kişi 1946 yılında Demokrat Parti (DP) kuruldu, 1950’de iktidara geldi. İnönü Meydan Muharebeleri’nin muzaffer komutanı, Lozan’ın büyük diplomatı, Atatürk’ün kader ve silah arkadaşı, ölümünde yabancı yayın organlarının söylemiyle çağın yetiştirdiği en büyük devlet adamlarından biri olan İsmet Paşa, kendi eliyle ve gönül rahatlığı ile iktidarı muhalefet partisine teslim etti.

1946 yılında Antakya’da “Bütün siyasi ve askeri hayatımdaki vazifelerin hiçbirini kale almadan diyebilirim ki öldüğüm zaman Türk milletine iki eser bırakmış olacağım. Bunlardan biri köy okulları, diğeri de müteaddit partilerdir (çok partili rejim). Şunu ilave edeyim ki yakın arkadaşlarım tarafından kurulan Demokrat Parti, memlekette bugün taazzuv etmiş ve tutunmuştur. Devlet reisi sıfatıyla her iki tarafa da tarafsız gözle bakmak mecburiyetindeyim” demiştir.

Bu insan faşist midir? Yoksa ülke gemisine demokrasi bayrağını çeken kişi midir?