Milliyetçilik ve göçmen sorunu (4)

Avrupa Parlamentosu seçimlerinde milliyetçi partilerin önemli bir sıçrama yapması göç ve göçmen sorununun tartışılmasını da alevlendirdi. Atlantikçi partiler kendilerini göçmen-yabancı dostu göstererek milliyetçi partileri “ırkçı”, “yabancı düşmanı” ilan etti. Elbette bu yeni bir şey değil. Özellikle son 10-15 yıldır Avrupa’da yükselen milliyetçiliğin ABD’nin dayattığı neoliberal küreselleşmenin ülkede yarattığı yıkıma karşı tavır alması, ulusal değerleri ve kimliklerini savunmasından dolayı milliyetçi partiler Amerikancı neoliberaller tarafından şeytanlaştırıldı.

Milliyetçiliğin temeli milletin birliğini, milli değerlerini, kimlik ve dilini korumak, kısaca milli devleti savunmak değil midir? Bugün milli devletleri parçalama, kültür ve dillerini sulandırarak küresel efendilerin sömürü ve tahakkümünü sürdürme ABD emperyalizminin neoliberal saldırılarıyla yapılmaktadır. Milli devletler içinde etnik, dini ve mezhepsel ayrılıkları kışkırtanlar da bu küresel güçler değil midir? Keza ırkçılık da öyle.

Küresel göç olgusu da öyle değil mi? Sömürgeci kapitalist ve emperyalist sistemden ayrı ele alınabilir mi? Büyük göçlerin ekonomik ve iklimsel nedenlerinin yanında esas sorumlusunun emperyalist paylaşım savaşları, yeni sömürgeci ve hegemonyacı saldırıların bir sonucu olduğunu kim inkâr edebilir?
Konuyu bu yazıda teorik boyutta ele almak olası değil elbette. Göçmen sorunu ve yabancı düşmanlığı konusunun ele alındığı, Teori dergisinin Ağustos 2023 “Göçmen Krizi” başlıklı sayısında ayrıntılı olarak okuyabilirsiniz.

Konuyu burada Fransa ve “aşırı sağcı” olarak nitelenen Marine Le Pen’in Ulusal Birlik partisinin göçmen politikası bağlamında ele alacağız.

KÜRESELLEŞMEYLE BAŞLAYAN YABANCI DÜŞMANLIĞI

Fransa’ya gittiğim 1980 yılı, İkinci Dünya Savaşı sonrası Keynesçi sosyal devletin sonuna geldiği yıllardı. Savaşın yıkıma uğrattığı ülkenin yeniden inşasının yapıldığı, sanayinin hızla geliştiği, refahın ve bolluğun olduğu “Altın yıllardı”. Bu inşada Fransa’nın komşu ülkeleri İtalya, Portekiz ve İspanya’nın yanında, eski sömürgeleri Kuzey ve Batı Afrika’dan gelen Arap ve Siyah Afrikalı ve daha sonra Türk göçmenlerin önemli bir katkısı oldu.

Bu dönemde göçmen sorunu, yabancı düşmanlığı yoktu. Her şey 1973 petrol krizi ile başlayan ekonomik gerileme ve bundan kurtulmak için ABD’nin başını çektiği küreselleşme ve neoliberal programların uygulanmasıyla başladı. Kamu yönetiminin ekonomiden elini çekmesi, özelleştirme furyasının başlaması, kapanan fabrikalar, artan işsizlikle başlayan bir yabancı düşmanlığı ve ırkçı kışkırtmalar. Göçmenler krizlerin günah keçisi ilan edildi.

İkinci kuşaktan sonra göçmenler, Fransa’nın güvenliğini tehdit eden, düzeni ve asayişi bozan, vuran, kıran ve çalan kimseler olarak görüldükleri için devletin gözünde potansiyel suçlu durumuna geldiler. Kendi deyimleriyle göçü kontrol altına almak, legal olarak yaşayan göçmenlerin günlük yaşamlarını zorlaştırmak, düzensiz göçmenleri sınır dışı etmek ve var olan haklarını ellerinden almak için “çareyi” göçmen yasalarını durmadan değiştirmede bulan ve devlet eliyle ırkçılık yapan insan hakları “şampiyonu” Fransa bir insanlık suçu işliyordu.

BABA LE PEN’İN BÜYÜTÜLMESİNDE SOSYAL DEMOKRATLARIN ROLÜ

Fransa’da küreselleşmenin neoliberal programlarının uygulanmaya başladığında sosyal Demokrat François Mitterrand cumhurbaşkanıdır. Daha ikinci yılında sol söylemin yerini “piyasanın ihtiyacı”, “küreselleşen dünya ekonomisinin dayatmaları” vb. gibi söylemler almıştı. Mitterrand’ın seçildiği 1981 yılında 1,5 milyon olan işsizlik bir yıl içinde iki milyonu aşmıştı. Enflasyon yüzde 14 civarındaydı. Uygulanan yüksek faiz ve sıkı para politikası, binlerce esnafı ve küçük patronları işsizler kervanına katarken, milyonlarca aile borç yükü altında eziliyordu.

Ulusal Birlik Partisinin Lideri Marine Le Pen’in babası Jean Marie Le Pen, 1950’li yıllarda Fransız sömürgeleri Hindiçin ve Cezayir’de subaydı. Hep Cezayirli direnişçilere yaptığı işkencelerle suçlanmıştır. 1956 yılında ırkçı Fransız Kardeşliği ve Birlik Partisinden Paris milletvekili olmuştur. 1972 yılında Milli Cephe (Front National) partisini kurdu ve 1978’de katıldığı genel seçimlerde partisi yüzde 1,6 oy aldı. Le Pen de partisi de kamuoyunda tanınmıyordu.

Yükselen kriz Mitterrand iktidarını sarsmıştı.1982 bölge seçimlerinde yüzde 7 oy kaybına uğrayınca yükselişe gecen De Gaulle’cü Jacques Chirac’ın partisinin önünü kesmek ve iktidarını korumak için bir strateji geliştirdi. Le Pen’in önünü açacaktı. Tüm devlet televizyonlarının kapısı Le Pen’e açıldı ve finansman desteği başladı.“French corruption”ın yazarı Gerard Davet, Mitterrand’ın danışmanlarından François de Grossouvre, 1983’de Falanjistlere silah satımı için Fransa’nın Lübnan Büyükelçiliğinde şöyle dediğini yazıyor: “Herkes kazanacak, (silah satımından alınan) komisyon Le Pen’e verilecek” ve sosyalistlerin sağa karşı Le Pen’i lanse edeceklerini anlatıyor.

Mitterrand’ın danışmanı ve Le Pen’in partisiyle ilişkiyi sağlayan François de Grossouvre kim? Fransız gladyosu Rüzgâr Gülü’ nün en istikrarlı ve uzun soluklu elemanı. ABD’nin onayıyla önce Fransız istihbaratına alınıyor ve daha sonra gizli örgütün geliştirilmesi görevi veriliyor. Mitterrand’ın özel operasyonlar için danışmanlığını yapıyor. 1994 yılında Rüzgâr Gülü’nün bu adamı Elysee Saray’ında esrarengiz bir şekilde intihar ederek hayatına son verdi.

Böylece Mitterrand’ın desteği ile Le Pen’in yabancı düşmanı ve ırkçı politikaları kamuoyunun gündemine oturmuştu. İki yüzlü sosyal demokratlar bu gelişmelere paralel olarak Le Pen’e karşı “anti-faşist” kampanya başlattı. 1984 Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Le Pen’in partisi yüzde 10 oy alarak bir şekilde sağın oylarını böldü. Merkez sağın lideri Jacques Chirac, Le Pen’nın ırkçı politikalarına karşı olduklarını ve hiçbir zaman işbirliği yapmayacaklarını açıklıyordu. Madem merkez sağ Le Pen ile ittifak yapmayacak o zaman sağı bölmek için Le Pen’in partisini daha da büyütmek gerekiyordu.

Mitterrand, hükümetten Milli Cephe’nin Meclise daha fazla milletvekili sokmasını sağlayacak bir seçim sistemi yasası çıkarmasını istedi ve yasa değiştirilerek nispi temsil sistemine geçildi. Sonuç: 1986 genel seçimlerinde Le Pen’in 36 adayı Meclise girdi. Ama Meclis’te yine de çoğunluğu Chirac almıştı. İktidara gelen Jacques Chirac, Le Pen’in önünü kesecek olan ve bugün de yürürlükte olan seçim sistemini getirdi. İki turlu çoğunluk sistemi asla Le Pen’in partisinin Meclise girmesine izin vermeyecekti.

2011’de Baba Le Pen parti başkanlığını kızı Marine’e bıraktı. Marine Le Pen’in önderliğinde parti büyük değişikliklere uğrayarak bugün Fransa’nın birinci partisi durumuna geldi. Yukarıdaki gelişmeleri anlatmadan Marine Le Pen’in göç ve yabancılar politikasını anlamak zor olacaktı. Önümüzdeki yazımızda kaldığımız yerden devam edeceğiz.